Siyaset ve vaat
Tutarlı bir siyaset, dile getirdiği vaatleri hayata geçirmek ile yükümlüdür.
Dürüst bir siyasetçi, hayata geçirilemeyecek vaatlerde bulunmaz. Çünkü o, vaatlerde bulunmak yerine, karşılığı olan ve toplumun ihtiyaç duyduğu projeler ile siyaset yapar.
Siyasetçinin hem kendisinin hem de hitap ettiği insanların hayal kırıklığına uğramaması için ham ve boş vaatlerden vaz geçmesi, kendi bilgi, beceri ve gücünün sınırlarını bilerek insanlara hitap etmesi gerekir.
“Orta Doğu’ya barış getireceğim, bütün dünyaya barış getireceğim” biçiminde bir vaat, dere kenarına gelmiş bir insanın karşıya geçmek için uçmak istemesine benzer. Oysa gerçekçi bir siyasetçi, uçmak yerine dereye, adım atabileceği sıklıkta taşlar döşemeyi düşünür. Elbette bütün dünyaya hitap edecek ve iddialı olacak bir mesaj önemlidir ama bu mesajın karşılığı olup olmadığına dikkat etmek gerekir.
Siyasette afaki konuşmalar, ütopik mesajlar karşılık bulmuyor. Sol siyasetin kahraman ilan ettiği ve devlet ile giriştikleri mücadelede(!) hayatını kaybetmiş olan gençler üzerinden heyecan yaratmaya çalışması, Guevara’nın sözleriyle insanları etkilemeye gayret göstermesi sadece romantik bir sosyalizme hizmet eder. Ama bunların toplumsal hayatta, insanlar nezdinde bir karşılığı olmadığını görmek gerekir. Zihinsel konformizm, bunu görmenin önündeki büyük bir engel olarak duruyor.
Siyasetteki romantizm, sadece siyaset ile ilişkili bir edebiyata hizmet eder, ama topluma hizmet edecek bir siyaset üretemez. Çünkü romantiklik siyasette pek işe yaramıyor.
Siyaset, hizmet konusunda pratik sonuç alma sanatıdır. Sonuç, halkın memnuniyeti üzerinden değerlendirilir. Halkın memnuniyetini gösterdiği yer, seçimlerdir. Öyleyse siyasetçi, halkın memnuniyetini sağlayacak siyasi, ekonomik, kültürel araçları doğru olarak seçmelidir. Bu araçları seçebilmek, hizmet etmek istediği halkı tanımayı gerektirir. Kendi insanını tanımayan, insanların ihtiyaçlarının ne olduğunu bilmeyen, onlarla aynı dili konuşmayan ve hitap ettiği toplumla arasında boşluk bulunan bir siyasetçi, topluma hizmet edecek araçları doğru seçemez. Türkiye’de solun en büyük eksikliği ve zaafı budur.
Elit olmadan elitist olmak, insanın kendisiyle olan tutarlılığını bozar. Bu bozulma yanında en önemli tutarsızlık da, siyaset yapılan toplumla ilişkinin bozulması ve elit olmayan bir elitistin toplumu ile uyumsuz bir ilişki içinde bulunması dediğimiz tutarsızlık biçimidir. İster sağ siyaset isterse sol siyaset olsun, bu tutarsızlığı kaldıramaz. Sağ siyasetin elitist olmak gibi bir görüntüsü yoktur. Ama sağ siyaset, elbette kendi elitlerini yetiştirmelidir. Bu konuda problemli olan, sol siyasettir. Modernite, Aydınlanma, pozitivizm ve Marksizm’in klişe ifadeleriyle elit olunamaz. Bunlarla olsa olsa, 19. Yüzyıl ile 20. Yüzyılın ilk yarısı için bir elit profili çizilebilir ama dünyanın bugün geldiği birikim açısından bunlar yeterli değildir.
Türkiye, söz konusu ettiğim alanda da büyük bir değişim içerisinde. Okur-yazar, sanatçı, edebiyatçı, aydın denildiğinde akla gelen sol, artık çok gerilerde kalmışa benziyor. Çünkü sol, tarihiyle ve kültürüyle ilişkisinde uyumsuzluk çektiği için kendisini dar kalıplar içerisine mahkûm ederek fikir üretmek bakımından dogmatik bir hale geldi. Kavramları kutsallaştırarak fikir üretilemez. Bazı kavramları kutsallaştırmak dünyayı ve hayatı onlarla açıklamaya çalışmak zihnin yeni durumlara karşı ölü hale gelmesine neden olur.
Sağ, solun düştüğü bu durumdan ders almalıdır. Yoksa aynı tehlike sağ için de geçerli hale gelebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.