Ne Oluyoruz?
Akşam haberlerinde sırasıyla karşılaştığım manzara şu:
Ankara’da, en işlek caddede belediye otobüsü, durakta bekleyen yolcuları eziyor, 12 ölü, 12 yaralı. Tam bir dehşet hali.
Güne iki şehit haberi ile başlayan Türkiye, dört şehit haberiyle sarsılıyor.
Meclis’in açılış oturumunda konuşan Cumhurbaşkanı ile muhalefet milletvekilleri arasında yaşanan diyalog, bugüne kadar şahit olmadığımız bir görüntü olarak zihnimize kazınıyor. Muhalefet liderlerinden hiçbirisi mecliste bulunmuyor ve HDP, Cumhurbaşkanımız konuşurken meclisi terk ediyor.
Evinin önünde saldırıya uğrayan gazeteci Ahmet Hakan’ın burnu ve kaburga kemikleri kırıldı.
1 Ekim 2015 tarihli akşam haberlerinde ilk dört haber bunlar. Hemen hemen her gün aynı haberlerle muhatabız.
Bütün bunlar şunu söylüyor aslında: Sokakta yürürken veya iki arkadaş caddede sohbet ederken her an beklenmedik bir kaza başımıza gelebilir ve ölebilir veya sakat kalabiliriz. Olur mu? Olur. Yani sokakta can güvenliğimiz yok. Ülkemizde insanlarımızın güvenliğini sağlamak üzere canla başla çalışan, mesai harcayan askerimizin ve polisimizin can güvenliği yok. Bu, ülkenin güvenliğinin ne kadar da zaafa uğradığının bir ifadesidir.
Bir ülkenin en üst kurumu, meclisidir. Devlet bütün teamül, kural ve yasalarıyla en düzenli işleyişini meclisinde göstermelidir. Cumhurbaşkanı, konuşmasında ortaya koyduğu görüşlere katılıp katılmamak, onu sevip sevmemek, görüşlerini beğenip beğenmemek bir tarafa, devletin en üst seviyede temsil edeni olması ve bütün kurumlarını temsil etmesi bakımından makam olarak ayrı bir şahsiyete sahiptir. Bu şahsiyet, ülkenin meclisinde, diğer kurumlarında ve ülkenin her karış toprağında müşahhas bir biçimde temsil edilir. Milleti temsil edenler, bu temsile uygun davranmakla mükelleftirler. Muhalefet liderlerinin meclisin açılışında bulunmamaları ayrı garabet olduğu gibi, Cumhurbaşkanının konuşması esnasında HDP’nin salondan ayrılması, devlet iradesine bir karşı çıkıştır. Milletvekillerinin her ne sebeple olursa olsun ve hangi partiden olursa olsun, milletin görev yapmaları için gönderdiği meclisi terk etmeleri millet iradesine, görev sorumluluk ve şuuruna aykırıdır. Milletvekilleri, aynı zamanda devlet memurudurlar. Onların, zamanında bulunmaları gereken yerde bulunmamaları bir öğretmenin sınıfını ve dersini terk etmesi gibidir. Bir bakıma suçtur. Milletvekili olmak, bu suçu işleme hak ve özgürlüğüne sahip olmayı gerektirmez.
Mecliste olup bitenlere bakarak az-çok o toplumun bütünü hakkında bir görüş sahibi olmak mümkündür. Geleneği olan, kurumsallaşmış devletlerde bu türlü davranışlara rastlanmaz. Görüntü olarak bile, Cumhurbaşkanının konuşması esnasında milletvekilleriyle Cumhurbaşkanının karşılıklı diyaloğa girdiği bir toplantı biçimi maalesef pek hoş durmuyor. Toplumsal gerilim kendisini en üst kurumlarda bu şekilde gösterdiği zaman bu durum, toplumun bütününe geometrik bir biçimde yansıyor.
Ahmet Hakan veya bir başka gazeteci, yazar, esnaf, politikacı ya da her kim olursa olsun, fikirlerinden dolayı, yazılarından ötürü, tarzı ve tavrı nedeniyle saldırıya uğraması, kabul edilebilir değildir. Şiddet, kaba cesaret örneğidir. Medeni cesaret sahibi olmayanlar pusu kurarak, kenarda köşede sıkıştırarak, silah kullanarak savunmasız durumda olanları tutum ve tavırlarından vaz geçirmeye çalışırlar. Bu türlü davranış tarzları ahlaki, hukuki ve insani değildir. Kaba cesaret, nereden kaynaklanıyorsa kaynaklansın, insan olma yolunda bir eksikliğin ifadesidir.
Toplumumuzun her kademesinde bu eksiklik artıyor. Makul olandan uzaklaşmış bir toplum ortaya çıkıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.