Aziz Sancar
Prof. Dr. Aziz Sancar’ın, ekibi ile birlikte Kimya alanında Nobel Ödülü’ne layık görülmesi, ülke olarak her birimizi sevindirdi. Her ne kadar ABD’de bir üniversitede çalışıyor olsa ve bu ödüle o üniversitede yapmış olduğu çalışmalar sebep olmuş olsa da, ülkemiz adına sevindirici bir durumdur. Çünkü üniversite dâhil bütün öğretim hayatı Türkiye’de geçmiş bir bilim insanıdır. Onun başarısında, ailesinin fedakârlıkları, ilkokul öğretmenleri, ortaokul ve lisede görev yapan öğretmenleri ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde hocalarının hepsinin katkısı vardır.
Aile koşullarımız olumsuz da olsa, Türkiye’nin neresinden olursak olalım, eğitim-öğretim anlamında eğer istekli ve yetenekli isek önümüzde herhangi bir engel yoktur. Aziz Sancar’ın başarısı, öncelikle bize bunu gösteriyor.
Aziz Sancar, bu toprakların ruhuna sahip, devletinin ve ülkesinin kendisi için yaptığı fedakârlıkların farkında olarak ülkesini ve devletini yâd eden birisidir.
Bizim burada üzerinde durmamız gereken husus, bir Türk’ün ABD’de elde ettiği başarıyı Türkiye’de neden elde edemeyeceği gerçeğidir.
Eminim ki, Aziz Sancar Türkiye’de en vasat bir üniversiteye bile gelmek isteseydi kendisine bir sürü güçlük çıkarılır, rektörün sıkı bir denetimden geçirilir, hangi siyasi görüşe ait olup olmadığı sorgulanır, geliş niyetinin neler olabileceği konusunda şeytanın bile aklına gelmeyecek niyet okumalar yapılır ve bilimsel olarak çok alt seviyelerde bulunan ve akademik ufku kapalı kişiler tarafından reddedilirdi. Onun bilimsel ve akademik özgeçmişine değil, siyasi bakımdan olan ilişki biçimlerine bakılır ve bunlar belirleyici olurdu. Veya gelmesi için onay alır ama geldikten sonra da bir sürü lüzumsuz bürokrasi tezgâhı içerisinde yok olur giderdi.
Bilim işi, öncelikle imkân, istek ve ortam işidir. Alt yapı sorunlarını çözememiş, ekonomik olarak yeterli desteği alamamış, birinci işi bilimsel araştırma yapmak yerine daha çok tali işlerle ilgilenmek durumunda olan üniversitelerde temel bilimler alanlarında yenilik getirebilecek araştırmalar yapmak son derece zordur.
Üniversitelerimizin odaklandığı temel meselelerden birisi, üniversitenin yönetimi meselesidir. Her dört yılda bir yapılan rektör adayı belirleme seçimleri, üniversitelerin ve öğretim üyelerinin enerjisini heba etmekte ve kurumsal dayanışmayı, huzuru önemli ölçüde zedelemekte, atanma aşamasında da siyasetin ağırlığı nedeniyle üniversiteler ile siyaset kurumu arasında hiç de arzu edilmeyen ilişkiler gerçekleşmektedir.
İster sosyal bilimler alanlarında olsun isterse fen bilimleri alanlarında olsun, bugün için üniversitelerimiz, bilim adamı yetiştirmek gibi bir idealden uzak görünüyor. Çünkü üniversitelerimiz, yapısal ve idari mekanizmada önemli sorunlarını henüz çözebilmiş değiller. Üniversite sayısının artması, yükseköğrenimden daha fazla gencimizin faydalanması, üniversite açılan illerin sosyo-ekonomik ve kültürel bir hareketliliğe ulaşması gibi hususlar önemli olsa da, bütün bunlar asıl amacın yerine geçtiği için üniversitelerin amaçları araç konumuna düşüyor.
Üniversitelerimizin içinde bulunduğu durumdan hareketle elbette Aziz Sancar gibi bilim insanlarının elde ettiği başarıları beklemek biraz zor görünüyor. Çünkü bizde üniversiteler, eğitimin her alanında olduğu gibi iktidarların kendileri için kullandığı ideolojik aygıtlara dönüşmüş durumda.
Köklü bir üniversite reformu, gerekli görünüyor. 12 Eylül’ün oluşturduğu bir kurumsal yapı, bugün artık eğitim ile ilgili yapmamız gerekenlere cevap veremiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.