Mistik Doğu Seküler Batı
“Kendimin bir diriliş eri olduğuma inanıyorum. Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendimin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olmam gerektiğine inanıyorum.” Sezai Karakoç “Diriliş Neslinin Amentüsü” sayfa 7 de böyle yazar. Aynen üstadım Sezai Karakoç ağabey gibi kendimi “Bir Diriliş Eri” olarak görüyorum. Yazdıklarımı da bu pencereden bakarak yazmaya özen gösteriyorum.
“Bir Yazarın Notları-I” in 12. sayfasında “Nuri Pakdil”; “Yazmak, uzun yürüyüşe başlamaktır” der. Uzun yürüyüş için insan her an hazırlıklı, talimli olmalıdır. Biteviye alın teri, biteviye uyanık, biteviye okuma, biteviye idrak ve tefekkür halinde olmalıdır.
Doğu ile batı arasındaki en belirgin ayrılık; Allah ile dine bakış ve bu bakışın insana müdahalesiyle oluşturulmuş bireyci insanla toplum insanı kavrayışı olsa gerektir. Batı insanı yalnızca madde olarak görür ve tanımlar. Doğu ise hem madde hem mana ekseninde düşünür ve felsefesini bu açıya oturtur. Batıda insan yalnızlaşırken, bireyci hale gelirken, doğudaysa birlik ruhuyla cemiyeti, toplumu, şehri ve ülkeyi daha da geniş anlamıyla yeryüzünde varlığın idrakiyle mescit kılınmış bir anlayışla kardeşlik önde tutulmuştur. Bir diğer tanımlamayla seküler bir yapı bireyi, toplumu ahretten, dini algı ve yaşayışlardan, ruhi tedavilerden uzaklaşılarak dünyevi olana, kapitale yöneltilişiyle yalnızlaştırılmasıdır. Bu batının insana yüklediği sorumluluktur. İnsan materyalist bir anlayışla ruhsuzluğa yöneltilir. Doğu ise dünyadaki dengeyle ahirete olan imanın azığı peşindeyken batı tamamıyla dünyevileştirerek birey sosyal olmaktan, hukuki ve siyasi beraberlikten de koparılmış olur. Bireyin çıkarı dünyadaki zevkle orantılı kılınmış olur. Sekülerleşme dünyevileşmedir, çağın isteklerine boyun eğmedir. Oysa Fransa devriminin belirleyici unsuru; özgürlük, eşitlik ve kardeşlikti. Buna rağmen sekülerizmin ateistlik, dinsizlik olmadığı da ifade edilir. Böyle söylenilse de birey dinden ziyade dünyevi hazlarla hayatını tamamlar kapitalizmin tuzaklarında vahşileşir. Çeşitli yorumlar, tanımlamalar yapılsa da kişilerin yüklediği anlamda seküleri başka yükler altına çekmiş olur. Seküler anlayış din dışı bir anlayış olarak algılanılmıştır. Anadolu irfanı doğru kavramıştır. Türkiye’deki laisizmin tanımıyla sekülerlik aynı anlamlarda da kullanılır. Türk Dil Kurumunun “sekülerizmin” dünyacılığı bu tanıma uygun düşer; “Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti” olduğunu söyler.
Böyle bir girişle konu daha da aydınlansın istedim. Çünkü kelimeler ve kavramlar gelir ya da giderken geldiği toprakların, uygarlıkların, toplulukların hafızalarını, ahlak anlayışlarını, dini inanışlarını getirir. Batının sanayi devrimi batıyı metalaştırmıştır. Köklerinden koparmış ve köksüzleştirmiştir. Teknolojik gelişmelerin peşinde ömürler tüketen batı yüreğini, gönlünü, inancını ihmal ederek çıkarlarını her zaman önde tutmuş ve dünyanın içine düştüğü azabında sahibi olmuştur. Çünkü dünya aldatıcıdır, çekicidir ve geçicidir. Seküler yaşayış, düşünüş ve kültürel birikim, batıyı hepten açgözlü kılmış yerin üstündekilerden ziyade yerin altındaki zenginlikler peşinde koşmaktan dinden, imandan, peygamberlerden dahası ahiret inancından da öteleştirmiştir. Evrensel insanlık değerleri batının sözcüklerinden öteye gitmemektedir. Batı insanına doğunun çığlığı bir gün merhem olacaktır. Kan gölüne çevirdikleri dünya yeniden dirilişin, insanlığın dirilişinin merkezi olacaktır. Çünkü doğu güneşin doğduğu iklimler değil vahyin aydınlattığı iklimlerdir, yüreklerdir, topluluklardır. Bütün insanlık coğrafyasında kardeşlik İslam’ın tevhit anlayışında anlam kazanır. Allah nurunu mutlaka tamamlar. Saff suresi 8.ayet bize istikamet verir; “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır”
Seküler kültür anlayışı bütün teknolojiye sirayet etmiştir. Batı düşüncesi artık seküler bir gerçeği yansıtır. Özgürlük yalnızca batının özgürlüğüdür ve bu özgürlük kendisinden olmayana hayat anlayışı tanımaz. Amerika’nın, Avrupa’nın, Fransa’nın, İtalya’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın dahası bütün bir batının yaptığı özgürlük anlayışı İslam birliğinin yok edilmesidir. İslam Ümmetinin birliği, dirliği yok edildikçe dünyevileşme artacak kendilerinden başka bir topluluğa yaşama hakkı elden alınmış olacaktır. Bütün bir batı coğrafyası denilebilir ki İslam dünyasına karşı, vahye karşı, son din mensupları olan Müslüman toplumlara karşı haçlı zihniyetini her ürettiği eşyaya, tekniğe ve teknolojiye uygulamaktadır. Böylelikle hilal duygusu yok edilerek haçlı zihniyetinin egemenliği cemiyeti iğfal etmeyi sürdürmektedir. “Küfrün tek bir millet olduğu” kavrayışı seküler kültürle inşa edilmiş haçlı yeniden dünyanın nabzını uyuşturmuştur. Haçlı ittifakı içte ve dışta sürgün verir. Biz kendi bulunduğumuz yere dikkat etmeliyiz. Buna mecburuz. Hilal mensubiyeti ve ruhu büyük coğrafyada yaşayan bütün Müslümanların birliği ve beraberliğidir.
İslama hakaretle, küfrederek, son Peygamber Hazreti Muhammed’le (sav) alay ederek, çizerek, yazarak, karikatür yaparak bu güne değin insanlık sonuç alamamıştır. Bunu yapanlar kendi ürettikleri zulmün tuzaklarında kalmışlardır, kalacaklardır da. Batı dünyası Hıristiyanlığı kullanmayı bırakmalıdır. İman vahyin çizgisinde kalmaktır. Peygamberlere sahip çıkmak demek; onlara gelmiş olan vahyin dışında bir anlayışa, yaşayışa, kavrayışa karşı olmak demektir.
Batı bir defa bu hallerinden kurtulmalıdır ki sekülerliğin insanlığa fayda getirmediğini, bilakis toplumların birliğini yok ettiğini görebilsin. Batıdan gelen her rüzgâr artık zehirleyicidir.
Kuşku batının ruhundan doğuya doğru akmaktadır. Şüpheyle iman bir arada bulunmaz. Bu nedenle batı düşüncesi insanlığın hayrına ürettiği her ne varsa yeniden gözden geçirerek ona metafizik bir ruh üflemeye mecburdur doğu.
Nuri Pakdil “Bir Yazarın Notları-I’ e sorguyla girer;
“Arıyorsunuz? Neyi? Kimliğinizi mi? Herkes mi yitirdi dediniz kimliğini? Bulacağım! Bulursunuz ya! Çok vahim mi durum? Demek, dünyada da! Nasıl? Eziyor kara siyasa. Sömürgeleşen yeryüzü mü, dediniz?
Manevi içeriği alındığından böyle?
Kuşkusuz, orta da o da; maddi sömürü; uluslar arası örgüt! Sürekli mi?
Sanatın, edebiyatın işlevi, tüm sömürülere karşı durmak.
Savaşım için yoğun direnç gerekiyor mu dediniz, ha? Bu direnç; sanatın, edebiyatın özünde var, diyorsunuz? Çok, çok! Daha, ne? Kirli mülkiyet mi besliyor bu kara siyasayı?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.