Doğu herdaim “Büyük Doğu”dur
Adem’in topraklarında yürüyoruz. Adem’e gelen peygamberlik ışığı son peygamber Hazreti Muhammed’in (as) insanlığa sunduğu vahiyle, Kur’an’la yolunu aydınlatmayı sürdürüyor. Kur’an vahyin son kitabıdır. Bir daha vahyin gelmeyeceği insanlık Kur’an’la kendisini besleyecektir.
Doğunun “Büyük Doğu” iklimi vahyin geldiği iklimin adıdır. Peygamberlerin geldiği topraklar bugün bildiğimiz Mekke, Medine, Filistin, Mısır, Şanlıurfa bölgesidir. Bütün insanlığa yol göstermiş olan peygamberler genel itibariyle bu bölgede vahiylerini toplumlarına aktarmışlardır.
Adem ve oğullarının yeryüzündeki sürgünlüğü bütün insanlığı kapsar. Halil İbrahim peygamberle, Eyüp peygamberle taçlanan Şanlıurfa’daki kazılar Adem’in evlatlarının bu topraklarda var olduklarına dair işaretler de koymaktadır. Aynı merkezden baktığımızda Cizre’de metfun bulunan insanlığın ikinci atası kabul edilen Ulu peygamber Nuh’un, Filistin topraklarında bizleri bekleyen Süleyman’ın, Davut’un, Yusuf’un, Musa’nın, Lut’un varlığı da “Büyük Doğu” algımızı derinleştirmektedir. Düşünce sisteminin ifadesi, felsefesi itibariyle bir belirlemedir bu. Batının seküler rüzgârında mahvolan, insanlık “Büyük Doğu” muştusuyla ayağa kalkmayı bilecektir günün birinde.
Orta Doğu’nun, -Uzak Doğu’nun -ki bu iki tanımlamada tartışılır - yeraltı ve yerüstü zenginliği batının seküler bakışında şuh bir çekiciliği yansıtır. Savaşların, zulümlerin yegâne sebebi dünyevileşme, zenginleşmeden başka bir şey değildir. Dünyada zenginleşen insan, zulmünü artırarak hükümranlığını ikame etmeye çalışırken unutuyor bu topraklardan gelip geçen Nemrutlar, Firavunlar, Karunlar şimdi nerededirler?
Oysa insanlığın ortak sesi, nefesi ve mirası olan kültürel birikimlerden herkes payına düşeni almalı ve kendisini, toplumunu erdemli hale dönüştürmelidir. Ortak insanlığın mirası olan birikimler insanlığa huzur verir. Dünya denilen mekân üç günlüktür. Dün geçip gitmiştir. Bugün içinde yaşadığımız andır aslolan. Gelecek zamanı da bilemediğimizden yaşayacağımız an içinde var olduğumuz andır. İnsan bu kadar kısa bir an için savaşmaktadır. “İnsanoğlu çok nankördür” diye Kur’an haberdar ediyor her birimizi. İnsanlığın ortak dili, dini ve kültürü haline gelen büyük coğrafyanın huzuru insanlığın huzurudur. Bilge Nuri Pakdil Usta şöyle söyler; “Türk ulusu, Orta Doğuludur, çünkü Orta Doğu uygarlığını oluşturan uluslardan birisidir.” Büyük insanlık âlemine bilgeleriyle, sanatkârlarıyla, bulgucu mucitleriyle büyük coğrafyamızın temsilcileri hizmet etmişlerdir. Türkçe’nin, 300 milyona varan konuşanıyla kültürel köklerimiz yayılmayı sürdürüyor. Divan şairlerimiz dünya şiirine önemli kanallar açmıştır. Kendi içinde yaşanan kırılmalar giderek kalkıyor artık. Giderek karanlıklar yerini aydınlık bir geleceğe bırakıyor. Aynı coğrafya düzleminde yer alan Kur’an’ın dili olan Arapça’ya olan ünsiyet ile bağının “kopmaz ve pörsümez yeni” olduğu Osmanlıca’yı yeniden öğreniyor. Türkçe ile Arapça yeryüzünün büyük dilleri arasındaki yerini giderek daha da belirginleştiriyor. Yedi Bilge-Yedi Güzel Adam’dan biri olan Prof. Dr. Nazif Gürdoğan’ın ifadesiyle; “Orta Doğu İslam dünyasının, İslam dünyası dünyanın lokomotifidir. Orta Doğu coğrafyası, İran, Afganistan, Arap yarımadası ülkeleri, Irak, Ürdün, Suriye, Lübnan, Mısır, İsrail, Filistin ve Türkiye’yi kapsar. Nüfus ve toprak büyüklüğüyle, Amerika ve AB’den geri kalmaz. Orta Doğu Akdeniz’i Karadeniz ve Kızıldeniz’e bağlayan stratejik boğazlar bölgesidir. Orta Doğu’da savaş olursa, dünyada barış olmaz.”
Üstat Necip Fazıl “İdeolocya Örgüsü” kitabının girişinde “Büyük Doğu” tanımlamasını şöyle yapıyor; “Koskocaman, top şeklinde bir yumak gibi iplik iplik sarılı, kangal kangal bükülü, ilk ucundan son ucuna kadar üst üste devşirili; dışarıya doğru lif lif dağınık ve içeriye doğru kol kol toplu, muhite namütenahi çok ve merkezde namütenahi tek; ve nihayet gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hadiseler zeminini avlamaya memur bir fikir halinde düğüm düğüm çerçeveli bir manzume.. Yekpare bir inanış, görüş ve ölçülendiriliş manzumesi.. İsmi de BÜYÜK DOĞU.
Doğuş olmaya doğuş.. Doğu olmaya Doğu.. En doğrusu Doğunun doğusu..
Biz BÜYÜK DOĞU’YU, öz vatanımızdan başlayarak güneşin doğduğu istikameti kurcalayan bir madde ve kemiyet zemininde aramıyoruz. Biz BÜYÜK DOĞU’YU, vatanımızın bugünkü ve yarınki sınırlarıyla çevrili bir ruh ve keyfiyet planında arıyoruz. O, kendini mekan çerçevesinde değil, zaman çerçevesinde gerçekleştirmeye talip..”
Bu tanımlamaya uygun düşebilecek ifadeleri Sezai Karakoç “Diriliş Neslinin Amentüsü” 28. sayfada söyle ifade ediyor; “Her Müslüman önce, kendi iç dünyasında Müslüman olmalı, fakat ondan ayrılmaz bir şekilde toplum içinde ve toplum halinde de Müslüman olmayı şart olarak idrak etmeli. Ve nihayet bu psikolojik ve toplumsal muhtevaya mutlaka tarih şuurunu da eklemeli. Ancak bu şartla, Müslümanlığı temel anlamda eksiksiz bir bütünlüğe kavuşmuş olur.”
“Sır Mektupları” kitabımın 114. sayfasında yer alan Jacgues Prevert “Bu Sevda” şiirinde öyle güzel ifade ediyor ki;
Bu sevda
Birdenbire saran içimizi
Bu narin
Bu sımsıcak
Bu umutsuz
Sevda
Gün gibi güzel
Ve kabaran deniz gibi
Çalkantılı
Bu sevda
O kadar gerçek
O kadar güzel
O kadar mutlu
O kadar sevinçli
Ve karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi gülünç
Ve gecenin ortasında sakin bir adam gibi kendinden emin.”
Doğuya doğru döndükçe ve yürüdükçe bütün bir dünya doğu olur. Dön doğuya yüzünü güneş gözlerine, yüreğine, üstüne, toplumuna, toprağına, şiirine, sanatına, ömrüne doğsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.