Yeni bir iklime doğru
Süleyman Şah Türbesi'nin nakledilmesi Osmanlı'yla Türkiye'yi iki keskin çizgi gibi birbirinden ayıramayacağımızı bir kez daha gösterdi.
Tarihi ortadan ikiye ayıramayacağımız gibi imparatorluk bakiyesini de red ve inkarın gerçekliği yok.
Türbe vesilesiyle dönüp tarihe baktığımda sınırlarımızın nerelerden nerelere geldiğini dramatik biçimde bir kez daha gördüm.
Değişen dünya gerçeklerinde pek çok imparatorluk sınırlarını geri çekti. Bunların en başarılısı da İngiliz İmparatorluğu'dur. Günümüzde etnik çeşitliliğe sahip aşırı büyük coğrafyaları kontrol etmek imkansız ve maliyeti de hayli yüksek.
Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmede İngiltere'nin öngörüsü ve başarısı muhteşemdir. Zaten İngilizleri ayakta tutan esas güç, sosyolojiyi ve dünya gerçeklerinin gittiği yönü önceden tespit edip buna göre konumlanmaktır.
İngiltere, tıpkı tarım toplumunun bitmekte olduğunu anladığı gibi, devasa coğrafyaları kontrol edemeyeceğini de anladı. Bu ülkelerin hepsinde kendi istediği biçimde yönetim yapıları kurduktan sonra adım adım çekildi. Yönetimler zahiren o ülkeye bırakılsa da ipler ve ekonomi hep İngiltere'nin elinde olacak şekilde dizayn edildi.
Bir imparatorluğun kendi kendini tasfiyesi gibi görünen bu süreç aslında İngilizler açısından başarılı bir operasyondu. Osmanlı'da ise durum farklı oldu. Son dönem çalkantıları Osmanlı'ya dünyanın gittiği yönü okuma fırsatı vermedi. Osmanlı maiyeti altındaki topraklarda yeni yönetim biçimleri kurarak doğal sınırlarını revize etme şansı bulamadı. Bunda rakiplerinin başvurduğu isyan yöntemleri de muhakkak çok etkili oldu.
Sonuçta Osmanlı acımasız bir yağmadan geçti. Bu yağma kültürü halen de eski Osmanlı topraklarında bitmiş değil. Haliyle Süleyman Şah dahil pek çok kronik mesele de bize miras olarak kaldı.
Suriye en uzun Türk toprağı olarak kalan coğrafyalardan birisine kurulu. Aslında halkla pek çok bağ kurup ilerletebilecek imkan ve kabiliyetler vardı. Ama gelinen noktada iç savaştan mahvolmuş bir harabe var karşımızda. Orada ilişki kurabileceğimiz halk ise ya Türkiye'de yaşıyor ya da diğer komşu ülkelere aç perişan sığınmış vaziyette.
Süleyman Şah olayı ve Türkiye'de diğer yaşananlar pek çok yeni sosyolojik vaka meydana getiriyor. İngiltere'nin sosyolojiyi okuma becerisiyle yakaladığı başarı, Türkiye açısından da tatbik edilmeli.
Ege Üniversitesi'nde gencecik bir Ülkücü'nün önceden ismi verilerek hedef alınması ve ardından şehit edilmesi Türkiye'de yeni bir sosyolojik vakayı da gözlerimiz önüne seriyor.
Geçmişte güvenlik güçleriyle çatışan PKK çizgisinin artık sivilleri nokta hedefi yapabildiği bir sosyolojik ortamın varlığı bu.
Bu durum başka sosyolojik hadiseleri de tetikleme potansiyeli taşıyor. Süleyman Şah Türbesi'nin nakline gösterilen tepkiye bu pencereden baktığımızda aradığımız açıklamayı da bulmuş oluruz.
Türkiye yeni bir sosyolojik iklime giriyor. Milliyetçilik bu iklimin anahtar kavramı olacak. İstikrar ve sakin ortam milliyetçiliğin uykuya geçtiği dönemlere tekabül eder.
Gerilim ve istikrarsızlıklar ise Milliyetçiliği yükseltir. Buna ek olarak yukarıda saydığım sosyolojik durumları da eklediğimizde Türkiye'nin yakın dönem perspektifini anlama yolunda ilerlemiş oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.