Rönesans İhtiyacımız
Medeniyetimizin yeniden dirilişe, tekrar doğuşa, kendine gelmeye çok ama çok ihtiyacı var. Siyasette, dinde, ahlakta, hukukta, eğitimde, sanatta yaşadıklarımız, bu ihtiyacın aciliyetini ilan eder gibi. Bu, bir Rönesans ihtiyacıdır. Bu ihtiyaca, rahmetli Nurettin Topçu dikkat çekmiş ve felsefe, bilim ve sanat alanlarındaki görüşlerini ve bu üç alanın Rönesans’ımızda oynayacağı rolü açık seçik ifade etmişti.
“Felsefe, insanın kâinatı görüşüdür” diyordu. Hikmetsiz yaşamak mümkün olamayacağına göre, felsefesiz bir toplumun yaşaması da mümkün değildir. Yarınki Türkiye’de, felsefenin sağlayacağı faydaları şöyle sıralar: Felsefe, bize aklın kullanılmasını öğretir. Ahlâkımızın sanatkârı, siyasî nizamın da yapıcısıdır. İnsanımızı, içinde bulunduğu karamsarlıktan ve uyuşukluktan kurtaracak ve dinî inançların da rafine hale gelmesini sağlayacaktır. Hürriyetimizin de hayat kaynağı olan felsefe, hayatımızın yönünü tayin eder.
Topçu’ya göre Rönesans’ımızın dayanacağı temellerden bir diğeri olan ilim, bir zihniyet işidir ve bu zihniyetin de bir takım karakterleri vardır: İlmî zihniyetin en önemli ve başta gelen karakteri, onun hakikat aşkı oluşudur. Bu hakikat aşkı, bizi hakikati araştırmaktan alıkoyacak olan engellere karşı isyan etmemizi gerektirir. Realiteye bağlı ve metot olarak tecrübeyi kullanan ilim, determinizmi kabul eder, tekâmül fikrine inanır.
Felsefe ve ilim zihnimizi her türlü esaretten kurtardıktan sonra Rönesans’ın bir başka kaynağını da sanatta aramak gerekiyor. Çünkü İtalya’daki Rönesans hareketlerinde ferdiyetçilik, lirizm ve tabiat sevgisi biçiminde ortaya çıkan romantizmin vasıfları romantik sanatkârlarda görüldü.
Edebî sanatlarla musikinin, resim, heykel ve mimarlığın Rönesans’ını sanatın bahçesinde arayan Topçu, klâsik edebiyatımızı divan edebiyatı ve onu da millî edebiyat olarak kabul eden görüşlere katılmaz. Sadece klâsik edebiyat ve klâsik musiki bir milletin bütün sanatını temsil edemez. Hem edebiyat hem de musiki sahasında “pek zengin ve kuvvetli olan halkiyatımızdan (folklor) hareket ederek Divan edebiyatının çerçevesi dışında kalan Fuzuli’den Akif’e kadar, Yunuslardan ve Mevlana’lardan da hayat alarak” romantizmimizi yaratmalıyız, der. Divan şairleri (Fuzuli’yi istisna tutar), Hamid, Fikret, Halid Ziya ve diğer Servet-i Fünuncular kendi gerçeğimizden yola çıkmadıkları için bir romantizm yaratamadılar. Hâlbuki “Hamid Afrika ile Asya’da mevzularını aramayıp da Malazgirt’te, Antakya muhasarasında, Ankara meydan muharebesinde veya Niğbolu’da arasaydı, eserleri millî olurdu, hem de ebedî olurdu” diye düşünür. Topçu’ya göre edebî Rönesans’ımızın kapısını açacak olan şey, “Kur’an’dan alacağımız metafizik ve idealist ilhamla Anadolu folklorunun bahçelerinden toplayacağımız realite demetleri”ni birleştirmektir.
Edebiyatta, asırlarca canlı olan ve Yunus’ta nasılsa Ömer Seyfettin’de de öylece gözüken dil kullanılmalıdır. Musikide ise ruhumuzun seslerini kullanacak bir melodiye ihtiyaç vardır. “Acaba Türk nasıl sevinir? İşte bu sevincin sesli ifadesi millî musiki olacaktır.”
Mimaride, tarihî şehirlerimizdeki mimarî örnekleri, ruhsuz barbar stillerinin yerini almalı, resim sanatında da tarihî şahsiyetler ve olaylar ressamın konusunu teşkil etmelidir.
Felsefe, ilim ve sanat alanında Rönesans’ı hazırlayacak olan ferdî dehalardır. Belki de en önemlisi, bu ferdî dehaları yetiştirecek olan okuldur. Bu okul ezberci değil, düşünen kafaları yetiştiren bir okul olmalıdır. Skolastik zihniyeti ortadan kaldırmayan, hür düşünceye imkân vermeyen bir okuldan söz konusu edilen bir Rönesans’ı beklemek bir hayaldir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.