Şiirin Yolu
Şiir, demleneceği yatağı biliyor. Demlendikçe kimi zaman arafa kimi zaman da sırata çıkıyor. Araf ve sırat aslında ikisi de şiirin yuvası, şairin yatağıdır. Yaşanılan hayatın arafında olmakla cantın üzerinde yürümek ya da sırat üzere bir geçitten geçiyorcasına şiirle yaşamak anlamı derinleştiryor. Şir, hayatın zün kavratır insana.
Dicle ile Fırat’ın, Seyhan ile Ceyhan’ın, Nil, Tuna’nın ironik açıdan değerlendirilişinde Hüma kuşu ile Hüthüt’ün ya da Leyla ile Mecnun’un psişik ikizlere benzerlikleri ifade edilebilir. Gül ile bülbüldeki nidanın bir yakarışı betimlediğini de söyleyebiliriz. Bu durum bana şiirin de, şairin de ayrıcalıklı bir yerde durduğunu söyler. Şimdi buradan arafı gündemde tutarak hayatın arafına kapılar aralamak için de bize bir fırsat verir.
“Araf; ahirette günahla sevabı denk olanların kalacakları cennetle cehennem arasında ki yer. İki şey ortasında kalan yer veya durum, ara geçit” diye tanımlıyor Kubbealtı Lügatı. Şiirle, sanatla uğraşanların lügat okumalarını her daim söyleriz. İlhan Ayverdi ve Ahmet Topaloğlu’na dilimiz ve kültürümüz adına müteşekkiriz.
Araf için Türk Dil Kurumunun sözlüğünde ise yalnızca “Cennet ile cehennem arasında bir yer” diye tanımlıyor. TDK sözlükleri de ellerimizden düşürmediğimiz kelimelerimizin hazineleridir. Lügat okumalarını sürdürmek oldukça ufuk açıcı ve çok yararlıdır. “Kamus namustur” diyen rahmetli Cemil Meriç’i de unutmadan elimizin altında ki önemli ustalarımızdan olduğunu belirtmiş olayım. Yangın yerine dönen gönül alevi şiiri pişirir. Yanmış ve olgunlaşmış olan ruhun kokusu biraz da gül kokusudur. Aslında bütün kokuların ana kaynağı olan gül, rayihasını çeşitlendirerek turunca da, sümbüle de, fula da elhasıl bütün çiçeklere cömertçe dağıtmıştır.
Nil’in kıyısına bir sofra kursa bir şair, çıkınında neler olurdu? Şiirin, edebiyatın, estetiğin musikinin ve resmin tekâmülleşmesini ikram ederdi sanırım. Başka ne çıkardı şairin çıkınından yeryüzü sofrasına? Bıldırcın etinin, altın buzağının, sarımsak ve soğanın ihtimal dışı olduğunu da pekâlâ söyleyebiliriz. Onların olma ihtimali de yok değildir. Bu iki kutbun sürekli oluşunu da işaretlemiş olur.
Anların kıymeti, geçmişe doğru kaydıkça fark ediliyor. Şimdi Şemsi Paşada, Kız Kulesinde, Gelincik Adasında, Gülce’de, Güzelce’de sade kahvenin hatırasına ilaç kokulu çayların eşlik etmesi de şiirden başka bir şey değildir. Burada kitap “On Üçüncü Tebessüm” olarak yerini alır. Şiire dair, şiir üzerine düşüncelerden oluşmakta olan kitabımızın adıdır.
“On Üçüncü Tebessüm”, tebessümün sürekliliğine işaret eder. Tebessümün insanları rahatlatıcı, yatıştırıcı, ikna edici ve mutlu edici yönlerinin varlığının da ispatıdır. Tebessüm ve şiir birbirine benzer. Şiir her zaman, bireyin durumunu haber etmekle kalmaz, o günün hayat şartlarını, sosyal dokularını, siyasal üsluplarını, ekonomik durumlarını da ortaya koyar. Şiir, dilin merkez üssüdür. Merkez üssünün alıcıları her daim taze, her daim şeffaf ve her daim estetiği önde tutar. Tazelik, sürekli yenileyici olmasından ileri gelir. Her an yenidir şiir. Şiirin eskisi olmaz. Elbisenin eskisi olur, maddenin eskisi olur. Şiirin ve sözün eskisi olmaz. arı
Daha önce söylenilmiş bir söz, bir şiir bu güne ait, bu güne uygun anlamlarla anlamını genişletir. Önceden söylenilenler, yenilenerek, tazelenerek, günün diliyle ifade edilir.
Şeffaftır şiir, çünkü onda perde olmaz. Olduğu gibi görür, kelimelerle kalıcı hale dönüşür şiir. Olduğu gibi ifadelendirir zamanı, mekanı, kimi zaman olayları da. Betimlediği hangi husus olursa olsun o anın şeffaflığıyla bunu yapar. Aydınlıktır içi de dışı da şiirin.Karanlıklar şiirde bulunmaz. Şiirin kendisi aydınlık bir eylemdir. Arı, duru ve diri bir eylemdir şiir.
Şiirin şeffaflığı, hayatın estetik olduğunu haber verir. Estetik gerçeklik şiirin kamburunun olmamasıdır. Kelimelerdeki asaletle, şiirdeki sonsuzluk hissini uyandıran rüya, düş ve hayal estetik bir dokunuşla ancak ifade edilebilir. Estetik bakışın, yaşayışın, söyleyişin hem hayata, hem sanata hem de şiire yansımasıdır meselemiz. Bu üç unsur, birbirini destekleyerek şiirin mükemmellikten aldığı ilham ile sürekli kendisini var etmeyi, yenilemeyi ve ruhlara dirilme anlayışı vermesini de sağlamış olur.
Şiirin yolu, aşkın yoludur, aşkın yolu da şiirin yolu.
Yine bana gelen bir şiir dosyası üzerinden söz sürsün; kıymetli Mücahit kardeşim, iki satırlık mektubuna iliştirdiğin beş şiirini alıp okudum. Şiirleri büyük harflerle yazmışsın. Onları düzene koydum. Tek dosyada topladım. Daha önce elli şiir göndermiştin ya. Tek dosya halinde gönderilmiş olsa; şairin işini kolaylaştırır, zamanı daha dikkatli kullanmamızı sağlar. Şiir önemli bir eylemdir. Edebiyatın en kutsal eylemidir şiir. O nedenledir ki şiir yazmak ve şiir söylemek zordur.
Şiirlerini, mısralarını yeniden yeniden gözden geçirdim, okudum bir daha okudum. Ne var bu mısralarda, ne fazla, neler eksik diye sorguladım bir iyice. Bu tür mektuplar ve şiirler ilk defa alıyor değilim, ilk defa da okuyup değerlendirme yazıyor da değilim. Belki şuan sonuncusunu sana yazıyorum.
Senden sonra da bana şiirlerini, yazılarını, deneme ve hikâyelerini gönderenlerin değerlendirmelerini elbette ki yapacağım. Bu tür şiirlerde ısrarla şiir yazdığını söyleyenlere söz söylemek ve bir şeyler yazmak oldukça zordur. Ne var ki benden şiirler üzerine bir değerlendirme istenince doğrusunu söylemez isem sorumlusu olacağımdan söylemem gerekenleri mutlaka ifade ederim. Kırılmak gücenmek yok. Şimdi sana da söylüyorum işte; şiirler çok zayıf. Şiirimsi haller yok denecek düzeyde. Nasıl olurda şiir kendisine gelir? Kendisinin varlığını hissettirir? Her şiir yazdığını söyleyeni şair, her yazılanı şiir kabul edemeyiz.
Şiir normal bir yazım türü değildir. Normal bir konuşma üslubu da değildir. Kendisine ait halleriyle kelimeler doğarak şiirde alması gereken yere intibak ederler. Öyle olunca mısralar kendiliğinden belirginleşir ve şiir insana dokunur.
Mısraların yerinde olabilmesi için kişinin (şair adayının) kendisine emek vermesi zorunludur. Okuyacak, tekrar tekrar okuyacak. Dönüp dönüp okuyacak. Ömrü okumakla geçecek ki şiir ya da edebiyatın alanında kalem dile gelsin.
“Yedi Bilge -Yedi Güzel Adam”, “Sır Mektupları”, “Günlerin izi” benim önemsediğim üç kitabımdır. Burada şiirle ilgili oldukça önemli ipuçları var. En az üçer kez okumalısın. Bu okuyuştan sonra kalem sana yazdırıyorsa öyle yazmalısın.
Maria Rilke’nin “Bir Şaire Mektuplar”ı, İsmet Özel’in “Şiir Okuma Kılavuzu”, Cahit Zarifoğlu’nun “Yaşamak”ını da el kitabın olmalıdır.
Az yazıp çok okumayı denersen, söylediklerimi yerine getirirsen şiirini altı ay sonra yeniden okumak isterim. Sezi Karakoç’un “Edebiyat Yazıları”nı, Nuri Pakdil’in “Bir Yazarın Notları”nı mutlaka tekrar tekrar okumanı salık veriyorum.
Şiir böylesine ciddi bir eylem olduğundandır ki söylediklerime kızmadığını umuyorum. Kalbinden öpüyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.