Ortadoğu’da Mezhep Savaşı Kurgusu ve Türkiye
ABD öncülüğündeki Batı bloğu ve Batı bloğunun “ayrıcalıklı” çocuğu İsrail’in düşmanlık besleyip kısa vadede çökertmeye çalıştıkları zannedilen İran’ın, çeyrek asırdan beri, Ortadoğu’daki kesintisiz yükselişini doğru bir şekilde tanımlayıp analiz edebilme meselesi ‘Ortadoğu ve hatta İslam dünyasının geleceği hakkında sağlıklı bir kanaat elde edebilmenin yegâne yolu’ olarak kabul edilebilir. Hakikaten 1990-2015 arası dönemde; ABD liderliğindeki ve İsrail yönlendirmesindeki “uluslararası toplumun koalisyon güçleri” tarafından, Osmanlı coğrafyasında, kendi hesapları için operasyon yapıyorlarken, bu coğrafyada en büyük düşman olarak lanse ettikleri İran’ın hiçbir bedel ödemeden sürekli bir şekilde kazanmaya devam etmesi hiç de stratejik akıl, paylaşım mantığı ve asimetrik denge oyunu kurallarına uymamaktadır. Öyle ise, bu abes durumun mutlaka etraflı ve derinlikli bir şekilde değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.
Bu nasıl bir İran düşmanlığıdır ki, Batılılar; Irak’ı işgal edip milyonları yok ettikten sonra getirip İran’a teslim ettiler; Afganistan’ı yakıp yıkarak İran’ın baş düşmanı Taliban’ı ortadan kaldırdıktan sonra İran’ı bu coğrafyanın hâkim unsuru haline getirdiler; Batılılar’ın kurmuş olduğu El Kaide’yi bahane ederek hamle yaptıkları Pakistan’ı 12 yıldan beri içeriden parçalanacak hale getirip İran’ın yönlendirebileceği bir zafiyetler ve zayıflıklar ülkesine dönüştürdüler; 2010 yılından itibaren Arap Baharı diye bir projeyi uygulamaya koyduklarından birkaç yıl sonra görüldü ki, tüm Osmanlı coğrafyasındaki devletlerin içerisindeki Şii gruplar yeniden canlandırılmak suretiyle İran, tüm bu coğrafyadaki devletleri içeriden ele geçirebilecek ve dolayısıyla Sünni blok karşısında güç gösterisinde bulunabileceği bir Şii blok inşa edebilecek konuma yükseltilmeye çalışılmaktadır. Gerçekten de, 1990-2010 arası dönemde, sadece Irak’ta üstün konuma getirilmiş bulunan İran; 2010-2015 arası dönemde ise, bu bölgedeki beş tane devlette tam hâkim ve 11 tane devlette de yönetimleri sarsabilecek konuma yükseltilebilmiştir. İran-ABD ve İran-İsrail ilişkileri dikkate alınacak olunursa eğer, bu gidişat normal kabul edilebilir mi?!
Görülmekte olduğu gibi; İran’ı Ortadoğu’dan silme hesabı yaptığı zannedilen ABD ve İsrail’in, bu coğrafyada yapmış oldukları her hamleden sadece İran kârlı çıkıyor… Niçin? ABD, AB ve İsrail; İran’ı çok mu seviyorlar? Uluslararası ilişkilerin yapısı ve görünen ilişki biçimleri göz önünde bulundurularak düşünülecek olunursa, elbette ki hayır! Öyle ise, meselenin çok daha farklı anlamları olmalı ve zaten de var… Bundan dolayıdır ki, hiç zaman kaybedilmeden, bu durum mutlaka etraflı bir şekilde analiz edilerek muhtemel Şii-Sünni savaşı ya da muhtemel Arap-İran savaşı gibi sinsi operasyonların devreye girdirilmesinin önüne biran evvel geçilmelidir. Bu konuda asıl sorumluluk Türkiye, İran, Pakistan ve Mısır’a düşmektedir; ama Suudi Arabistan, Endonezya, Malezya ve Nijerya gibi ülkelerin de ellerini taşın altına koymaları çok isabetli olacaktır.
Dolayısıyla bu coğrafyadaki iç karışıklıklar ve paralelinde İran’ın güçlenerek devasa bir yapıya dönüştürülmekte olması gelişmeleri bir ‘derin operasyon’ ise eğer, olaylar daha fazla kontrolden çıkmadan bu devletlerin derhal bir araya gelerek süreci tamamen kontrollerine almaları gerekmektedir. Fakat bu noktadaki en önemli sorun; İran’ın aşırı özgüveni, kompleks yapılı siyaseti ve yapılan gizli mutabakatlara gereğinden fazla itibar etmesidir. Başka bir sorun da şu ki, İran; kendisinin aşırı bir şekilde büyütülmesinin neticesinde mutlaka bir mezhepler savaşı içerisine sürüklenebileceğini tahmin ediyor olmakla beraber; belli eşiğin üzerinde bir güce ulaştıktan sonra, elindeki nükleer silah benzeri caydırıcı araçları kullanarak bu riski ortadan kaldırabileceğine inanmakta ve bundan dolayı da Batılılar’ın bu oyununa kolaylıkla alet olabilmektedir.
Bu arada İran’ın, sahip olduğu aşırı özgüveninin aksine, şayet böyle bir örtülü operasyon yürütülüyor ise, bu örtülü operasyonu bertaraf etmesinin hiçbir şekilde mümkün olmadığının farklı bir kanıtı da meşhur 22 Eylül 1980 tarihinde başlatılan İran-Irak savaşıdır. Bilindiği üzere, İran; bu savaşı engellemek için yapmış olduğu çabaların hiçbirisinden olumlu bir netice alamamıştır. Ayrıca Saddam Hüseyin’in, ABD’den almış olduğun örtülü olurun ardından, 2 Ağustos 1990 günü Kuveyt’i işgal etmesinden sonraki aşamada, söz konusu işgal bahane edilerek Irak’ın parçalanmasına giden sürecin nasıl işletildiği de İran’ın kulağına küpe olması gerektiğine inanıyorum.
Zaten İran’ın iç etnik yapısı öylesine karmaşık bir duruma sahiptir ki, Türkiye üzerinde oynanmakta olan oyunların bir benzeri İran’da devreye girdirilecek olunursa, birkaç yıl içerisinde İran diye bir devlet ortada kalmayacaktır. O halde, bu açık gerçekler ortada iken, İran; niçin abartılı bir şekilde büyütülmeye çalışıldığı konusu ile muhtemel tehditleri tez zamanda görmeli ve bu tehlikeli dönemde, her şeye rağmen, üzerine düşen büyük sorumlulukları tez zamanda eksiksiz bir şekilde yerine getirmelidir. Özellikle yukarıda isimleri anılan ve tamamen perişanlara oynamakta olan İslam ülkelerinin toparlanarak bir araya gelebilmeleri hususunda İran ve dolayısıyla da Türkiye’ye büyük görevler düşmektedir. Çünkü Türkiye dışında, yukarıda isimlerini zikrettiğim diğer İslam ülkelerinin dertleri başlarından aşmış durumda olduğundan, hâlihazırda Ortadoğu coğrafyasında oynanmakta olan oyunların bertaraf edilebilmesi hususunda kendilerinden alınabilecek fazlaca bir destek bulunmamaktadır.
Şöyle ki; Pakistan, El Kaide ve Taliban bahane edilerek karma karışık bir duruma getirilmiş durumdadır; Mısır, Müslüman Kardeşler cemaati gerekçe edilerek askeri darbe hatasına düşürülmüş olması nedeniyle Batılılar’a göbekten bağımlı hale getirilmiştir; Nijerya, Boko Haram tarzı örgütlerin oyuncağı haline getirilmiş ve sosyoekonomik bakımdan ise çöküntüye uğratılmış haldedir; Malezya ve Endonezya, hem bölgeden oldukça uzak, hem son yıllarda tamamen güçten düşürülmüş durumdalar ve hem de iç karışıklıklara sürüklenme riski taşır hale getirilmiş haldedirler; Suudi Arabistan, Arap Baharı ve IŞİD hikâyelerinin etkisiyle iç karışıklıklara sürüklenmekten kurtulabilmek için tamamen Batılı politikaların etkisi doğrultusunda hareket etmektedir.
Bu aşamada dişe dokunur derecede ayakta durabilen tek ülke Türkiye’dir. Fakat Türkiye, hem NATO ülkesi olması nedeniyle üzerine yüklenmiş bulunan ‘gizli anlaşmalar’ kamburunun altında ezilmekte, hem iç siyasi ve sosyal gerilimlerin çatışma aşamasına kadar tırmandırılmış olmasının ağırlığı altında ezilmekte, hem ‘barış süreci’ oyalamaları vesilesiyle sürüklenmekte olduğu parçalanma korkuları altında ezilmekte, hem toplumun temel dinamiği olan İslami grupların birlikteliklerini kaybederek kutuplaşma aşamasına getirilmiş olmalarının toplumsal yapıyı parçalı hale düşürmesinin zayıflığı altında ezilmekte, hem de ekonominin kamu ve özel kesim yönünden dışarıya bağımlılık halinin yeterince ortadan kaldırılamamış olmasının riskleri altında ezilmekte olduğundan dolayıdır ki, Ortadoğu denkleminde henüz arzu edilen düzeyde (yeterince) proaktif bir rol oynayamamaktadır. Bu zor ortamda Türkiye’nin tek bir avantajı var: Karizmatik liderliği temsil eden Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhur’un Başkanı konumunu her şeye rağmen muhafaza ediyor olmasıdır, ama bu yeterli değildir.
Öyle ise, hiç zaman kaybetmeden, mutlaka daha aşkın bir vizyon devreye girdirilmek zorundadır. Kanaatimce, aksi halde, bu sefer pek müthiş bir şekilde gelmiş bulunan Batılı hamleler karşısında tek bir tane İslam ülkesi bile ayakta kalamayacaktır. Bunun için de, özellikle ve hatta öncelikle Türkiye’deki mevcut sosyo-ekonomik karışıklıklara neden olan hemen her kesimin “eteklerindeki taşları” bir kenara bırakarak birlik içerisinde Türkiye, Osmanlı coğrafyası ve tüm İslam coğrafyasına sahip çıkmak üzere Cumhurbaşkanımızın arkasında saf tutmaları gerekmektedir. Pek tabii olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın da, oynanmakta olan büyük oyunu görerek, kendisi üzerinde oynanmakta olduğuna inandığı daha küçük oyuna alet olanlarla bir şekilde kucaklaşmalı ve devreye girdireceği proaktif politikalarla Ortadoğu’da mezhep savaşı kurgusu yapanlara, proaktif politika geliştirme noktasında ne derece mahir olduğunu daha belirgin bir şekilde göstermelidir. Benden hatırlatması… Selametle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.