Ahmed Gürkan

Ahmed Gürkan

DÜNYAYI BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE

DÜNYAYI BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE

Sunî gündemlerle oyalanıp duruyoruz. Asıl meseleyi hep ihmal ediyoruz.

 

Meselelerin çözümünü kendi irfan kaynaklarımızda değil, hep dışarıda arıyoruz. Medeniyetimizin yıldızının sönmediği asırlarda herhangi bir meselenin çözüm adresi olarak Kur’ân-ı Kerim’e müracaat edilirdi. Yapılan işi “Kitaba” yani Kur’ân-ı Hakîm’e göre yapardık. Devlet başkanından sıradan vatandaşına kadar herkes “Kitabullah”a uymakla vazifeliydi, bu aynı zamanda mü’min olmanın şiarıydı.

 Allah’ın kitabına tâbi olan ecdadımız, Kur’ân-ı Kerim’den aldığı semerelerle çağ kapadı, çağ açtı, yetmedi, garbı uyandırdı, aydınlattı. Burada bir durunuz, tefekkür ediniz; hemen okuyup geçmeyiniz. Batı âleminin o zamanlardaki hâl-i perişanını bir düşününüz. Sonra yüzünüzü doğuya “güneş”in doğduğu İslâm topraklarına çevirip ve oradaki büyük, ihtişamlı, hakiki medeniyeti görünüz.

Kur’ân’dan beslenen bu ihtişamlı medeniyetin müntesiblerinin, papa-kilise-engizisyon şeytan üçgeninde iptidaî-geri-rezil bir hayat yaşayan Garp dünyasını eserleriyle, kültürleriyle nasıl tesir altına aldığını, nasıl aydınlattığını idrak etmeye çalışınız.

Asırlarca Batı mekteplerinde eserleri ana ders kitabı olarak okutulan İbn-i Sinâ’yı, el-Câbir’i, el-Birunî’yi ve daha nicelerini bir düşününüz. Ve şimdi dünyanın ilk beş yüz üniversitesinde yer alamayan, alsa bile sonlarda yer bulabilen “modern” üniversitelerimizi aklınıza getiriniz!

Onlar Kur’ân’ı tedebbür* etmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?”

(Muhammed/24) [tedebbür: hakikati düşünme, derinlemesine düşünmek]

Cenab-ı Allah düşünen, tefekkür eden, müdrik yani idrak eden kullarını sever. Ancak Kur’ânî bir akılla bezenmiş kudsîler Kur’ân-ı Kerim’in mânâsını derinlemesine idrak edebilirler.

Mütefekkîr İsmet Akçal’ın “Güzel doğru kelam; güzel doğru düşünceden, güzel doğru düşünce, güzel akıldan, güzel doğru akıl da imandandır” tespiti bize kelam, düşünce, akıl üçlüsünün memba’nın iman lâkin sureta değil hakiki bir iman olduğunu gösterir. İşte bu imandan beslenen güzel “kelam, düşünce, akıl” üçlüsü ile “Kitabullah”ı tefekkür etmeyenlerin, kalpleri üzerinde kilitler olabileceği âyette bildirilmektedir.  

ESAS MESELE

Sunî meseleler gündemimizi işgal ederken, bir mesele vardır ki, bütün bir milleti, ümmeti hatta insanlığı alâkadar etmektedir. O mesele açlık meselesidir.

Dünyada her beş saniye bir çocuk açlıktan ölmektedir. Bu bir dakikada 12, saatte ise 720 çocuğun bu şekilde öldüğüne işaret eder. Bir tam günde ise 17000 küsur çocuk ölmektedir. Evet, yanlış duymadınız. Küre-i arzda günde 17 bine yakın çocuk açlıktan can vermektedir.

Dünyanın herhangi bir yerinde uçak kazasında yahut bombalı saldırıda insanlar öldüğünde haber ajansları hadiseyi “son dakika haberi” olarak geçerler. Lâkin günde 20 bine yakın insanın açlıktan can vermesinin hiçbir haber değeri yoktur.

Dünyayı bir açlık tehlikesi beklemektedir. Dünyada 1 milyar insan açlık çekmektedir ve bu sayı her geçen gün artmaktadır. Dünya üzerindeki tarım arazileri gün geçtikçe azalmaktadır. Buna mukabil nüfus artışı hızlanmakta, tüketim artmaktadır.

Dünya nüfusu tarihte ilk defa 1800’lerde 1 milyara ulaştı. 1930’da 2 milyar olan dünya nüfusu, hızla yükselerek 1960’ta 3 milyarı, 1971’de 4 milyarı, 1987’de ise 5 milyarı gördü. 1999’da 6 miyarı aşan dünya nüfusu, 2011’de 7 milyar seviyesine yükseldi.

Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre dünya nüfusu 2020’de 8,5 milyar, 2030’da 9,6 milyar, 2040’ta 10,3 milyar, 2050’de ise 12 milyara ulaşacaktır.

Nüfus artışı haliyle beslenme meselesini gündeme getirecektir. Bugün dünyadaki mevcut tarım arazileri ile dünya nüfusunun beslenmesinde sıkıntı çekilmektedir. 2050’lerde nüfus iki katına çıktığında nüfusun doyurulabilmesi için bir o kadar daha tarım arazisine ihtiyacı doğacaktır. Verim ne kadar artırılsa da temel tahıl ürünlerinin yetiştirilmesi için çok geniş tarım arazileri lâzımdır.

 Nüfusun artışı ile beslenme meselesinin yanında barınma meselesi gündeme gelmektedir. Artan nüfusun konut ihtiyacı daha çok verimli tarım arazileri üzerine yapılan yatay eksenli konutlarla giderilmeye çalışılmaktadır. İşte burada geleceğimiz, beslenme ve gıda güvenliğimiz tehlikeye girmektedir.

Türkiye’de şehirler verimli ovalara doğru büyümektedir. Ülkemizin en verimli ziraî arazileri olan Çukurova, Bafra Ovası gibi gıda ambarı birçok ovamız yapılaşmaya, imara kurban gitmektedir.

Elbette ki çoğalan nüfusun konut ihtiyacı karşılanmalıdır. Fakat bu konutlar ziraî tarım arazilerimiz yok edilerek yapılırsa barınma meselesinden daha büyük bir meseleyle, beslenme meselesiyle ve orta vadede açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalınmasına sebep olacaktır.

MESELENİN ÇÖZÜMÜ

Hâl böyleyken hem beslenme, hem barınma meselesinin birlikte çözümü nasıl olacak?

Bu noktada yazımızın başında bahsettiğimiz hususları hatırlayalım, meselelerimizin çözümünü dışarıda değil kendi irfan kaynaklarımızda arayalım. Tıpkı garbı uyandırıp aydınlatan hem zahirî hem bâtinî ilimlere vâkıf o ehl-i tasavvuf kudsîler gibi Kur’ân-ı Kerim’e müracaat edelim:

     

“Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı.” mısralariyle Mehmed Âkif Ersoy dedemizin ifade ettiği gibi çözüm ilhamımızı doğrudan Kur’ân’dan almaya gayret edelim.

       

Peki, dünyayı bekleyen bu büyük tehlikeye çözüm olarak Kur’ân-ı Hakîm ne diyor? Bu sualin cevabını Mutasavvıf İsmet Akçal veriyor ve Nur Sûresi 36. âyeti işaret ediyor.

İnsanlığı alâkadar eden büyük bir mesele olsun ve Kur’ân-ı Kerim’de bu meselenin çözümü belirtilmiş olmasın. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Tabiî ki olamaz. Mesele, o hükmü Kur’ân-ı Kerim’den çıkarabilecek derinlikte olma meselesidir.

İtikadda mezhep imamımız İmam-ı Maturidi Hazretlerinin “kelâm-ı ilâhideki, murad-ı ilahi”yi anlamak sözünden hareket eden Mütefekkîr İsmet Akçal her biri birbirinden kıymetli onlarca tefsiri okumuş ve birbirleri ile kıyaslamıştır.

Kur’ân tefsirlerini anlamaya, idrak etmeye götüren medeniyetimizin yetiştirdiği ehl-i sünnet âlimlerine ait birçok eseri de okuyarak Kur’ân’ı anlama, idrak etme cehdinde olan Mütefekkîr İsmet Akçal Nur Sûresi 36. âyetinde yüksek binalara işaret olduğunu ifade etmektedir.

Kur’ân-ı Kerim çağlara hitap eder ve birçok derin mânâya sahiptir. Asrın İslâm âlimleri gayretleri, mertebeleri nispetince bu derin mânâları gün yüzüne çıkararak ümmetin istifadesine sunarlar. Mütefekkîr İsmet Akçal’ın yapmış olduğu Nur 36, 37 ve 38. âyetlerinin tefsiri de bu kabîldendir.

Nur/36 şu şekildedir:

“Fî buyûtin ezinallâhu en turfea ve yuzkere fîhesmuhu yusebbihu lehu fîhâ bil guduvvi vel âsâl.”

Mütefekkîr İsmet Akçal âyetin lafzına da sâdık kalarak şu şekilde tefsir etmektedir:  

“Fî buyûtin” o evlerde,

“ezinallâhu” izin verir Allah,

“en turfea” yükseltilmelerine,

“ve yuzkere fîhesmuhu” isminin zikredilmesine,

“yusebbihu lehu fîhâ bil guduvvi vel âsâl” isminin sabah-aşkam tesbih edilmesine.

Hepsini birleştirdiğimizde Nur 36. âyetin açıklamalı meali şu şekilde olmaktadır;

“O evlerde Allah izin verir; irtifalı, terfili, yükseltilmelerine, çok yüksek inşa edilmelerine, ref edilmelerine izin verir. O evlerde Allah’ın isminin zikredilmesine Allah izin verir. O evlerde Allah’ın isminin sabah-akşam tesbih edilmesine izin verir.”

Yani Nur Sûresi 36. âyette Cenab-ı Allah yüksek binaların yapılmasına, o evlerin yükseltilmesine izin veriyor. Yüksek binaların inşasiyle, yatay değil de dikey yapılaşma ile tarım arazilerimiz meskenlere kurban edilmekten kurtarılacak ve “açlık tehlikesi”nin önüne geçilecek, bunun yanında barınma meselesi de halledilmiş olacaktır.

Türkiye, son on senede tarım arazilerinin %15’ini imara kurban vermiştir. Hükümet bu hususta bir seferberlik ilân ederek bütün kurumları ile kamuoyunda şuurlandırma çalışması yapmalı ve akabinde bu şuurlandırmayı kânun ve yönetmeliklerle destekleyerek hukuk alanına yansıtmalıdır.

Evvela Türkiye’nin arazi haritası çıkarılacak. Tarım, Orman, Mera arazileri tam manasiyle tespit edilecek ve bu araziler yapılaşmaya kapatılacak. Geri kalan arazilerde ise yüksek binalardan oluşan şehir projeleriyle nüfusun barınma meselesi halledilecek. 

Bütün bunlar için Türkiye yüksek bina inşa tekniğine sahip olmalıdır. Türkiye’nin yapacağı tarım arazilerinin muhafazasına dayanan böyle bir şehirleşme modeli bütün dünya ülkelerine de emsal teşkil edecektir.

Türk milleti çadır geleneğinden geldiği için yüksek katlı binalara karşı bir çekincesi olabilmektedir. Lâkin Türk-İslâm mimarisine uygun, kütüphanesiyle, mescidiyle, sohbet mekânları ve diğer sosyal alanları ile ferah mekânlara sahip; etrafı yeşil, cazip yüksek katlı binalar yapılarak bu çekince ortadan kaldırılabilir. En nihayetinde “yüksek katlı binalar” Nur/36’nın bir beyanı olup âyet emridir.

Ecdadımız şehirleri ovalara değil, tarıma müsait olmayan kayalık yamaçlara yapardı. Eski Ankara’ya baktığımız zaman bunu görebiliriz. Hem ovalar genelde fay hatlarının olduğu yerlerdir, kayalık yamaçlar ise binalar için daha muhkem zeminlere sahiptir.

Bugün İngiltere yol yaparken dahi tarım arazilerine karşı hassasiyet göstermekte, yolları dümdüz ziraî arazilerin ortasından geçirmek yerine kıvrımlı şekilde tarıma müsait olmayan alanlardan geçirmektedir.

Vatan toprağının en verimli arazileri olan ziraî tarım arazileri bizim kutsalımızdır, betonlaşmaya kurban edilemez! Tarım arazilerinin muhafazası için yatay değil dikey yerleşim teşvik edilmelidir. Bu aynı zamanda bir Kur’ân beyanıdır. Bu mesele hem millî bir meseledir, hem islâmî bir meseledir, hem de insanî bir meseledir.

Kendimizin ve neslimizin sıhhat ve afiyeti için bu meseleye gereken ehemmiyeti vermek boynumuzun borcudur. Bu hususta yazmaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Ahmed Gürkan Arşivi