Yazmak-Okumak
Neden yazarız? Neden sadece bazı insanlar yazar? Neden bazılarının aklına bile gelmez yazı yazmak? Hatta neden çok az insan yazar? Başkalarına söyleyebilecek düşüncelerimiz, bildiklerimiz, duygularımız varsa, bunları söylemenin yollarında birisidir yazmak. Söylemek istediklerimizi toplumun büyük bir kesimine söylemek istiyorsak, onlarla konuşmak istiyorsak yazarız daha çok. Başkalarına anlatabilecek bir şeyleri olmayanlardan da yazmalarını bekleyemeyiz. Ancak yazmayanların bütününün başkalarına anlatabilecek bir şeyleri olmayanlar olduğunu da söyleyemeyiz. Bunun yanında yazmayı kendi başına bir amaç olarak görmek durumunda yazmak, başkaları için değil, yazan için bir anlam ifade etmeye başlar.
Sahip olduğumuz düşüncelerimizi, bildiklerimizi, duygularımızı başkalarına anlatmanın yolu sadece yazmak değildir elbette. Sokrates hiç yazmadı ve sadece konuştu. Ressam, müzisyen, heykeltıraş, mimar, politikacı, vaaz veren din adamı da düşündüklerini başkalarına anlatmıyor mu?
Aslında hangi yolu denersek deneyelim, başkalarıyla konuşmak, iletişime geçmek, düşündüklerimizi onlara anlatmak hiç de kolay değil.
Yazının asıl değeri, başkalarıyla aramızda kurduğu köprü olmasındadır. Hatta anlam, metin ile okurun karşılaşması durumunda ortaya çıkar. Bu karşılaşma olmadığı müddetçe, metnin anlamından bahsetmek oldukça güçtür. Çünkü söz ya da yazı, bir şuura hitap etmediği müddetçe anlamını dışa vurma imkânı bulamaz; onu anlayacak, anlamlandıracak, yorumlayacak bir şuur sayesinde kendindeki iç anlamı dışa vurur. Öyleyse yazmak, okumakla anlamlı hale gelir. Yazar ile okur arasında diyalektik bir ilişki vardır. Metnin anlamını karşılıklı olarak zenginleştirirler.
Kelimeler nesnelere bire bir tekabül etmezler. Hiçbir kelime herhangi bir nesneyi, durumu, duyguyu, olayı tam olarak temsil etme imkân ve gücüne sahip değildir. Eğer öyle olsaydı, yorum denilen bir şey olmazdı. Hatta Foucault’nun deyimiyle bu, yorumun ölümü olurdu. Yorumda herkes, metinden kendi öznel anlamını keşfeder. Keşfedilen her anlam da kendi tarzında bir hakikat ifadesidir. Bir bakıma her metin, okunmaya ve yoruma muhtaçtır. Çünkü bir metnin birden çok anlamı vardır. Tefsir ve hermeneutik, anlama ve yorum işini yapar.
Sohbet geleneğimizin zayıflaması, okuma ve yazma alışkanlığının kazanılmaması, içinde bulunduğumuz durumun eskiye göre daha da gerilerde bulunduğumuzun bir ifadesidir. Çünkü sohbet geleneği bir boşluğu dolduruyordu. Sohbetlerde usul-erkân-edep öğrenmenin yanında anlatılanlardan çıkarılan hisseler günlük hayatımız üzerinde etkili olurdu.
Okumak ve yazmak ile ilişkisi olmayan, sohbet ortamlarını da tanımamış insanların oluşturduğu bir toplum, hiç kimsenin birbirine benzemediği ama yığın oluşturmak bakımından aralarında hiçbir farkın da olmadığı bir toplumdur. Böyle bir toplumun fertlerine hâkim olan ahlâk, hayatı sıradanlaştıran, hayatın değerini düşüren, günü anlamlı yaşamaktan çıkaran bir ahlâktır.
Günümüzde söz lafa, eylem davranışa, estetik kabalığa, din görünüşe, ekonomi sadece kazanca, bilgi malumata, sanat gürültü ve uyumsuz şekil ve renklere, ruhu ve manası olan şehirler beton ve metal yığını haline dönüşüyor. Günümüzde dünyalara açılan ve çevresini
dünyaya dönüştüren bir toplum
değil, şeylerle mekanik ve gündelik ilişkiler kuran fertlerden oluşan bir toplum oluşuyor.
Oysa her kitap bir dünyaya kapı açar. Okuyan insan, dünya ile değil dünyalarla tanışır, dünyalar arasında seyahat eder; hem de hiç kimseye ihtiyacı olmadan, tek başına…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.