Kenan Evren mi?
Doğdu, asker oldu ve öldü. Kendisine göre kirli gördüklerini kanla temizlemek istedi.
Arkasında gözü yaşlı hiç kimse bırakmadı. Hayatında gözyaşı dökülmesine sebep olanların kaderi, öldüklerinde arkalarında gözyaşı dökecek insanlara sahip olmayışlarıdır.
Pek çok insanın ölüm fermanını imzalarken eli titremeyen, vicdanı sızlamayan, adaleti adam öldürme konusunda sayısal eşitlikten ibaret gören bir beyin, ruhilikten, manevilikten, merhametten, insan canına kıymanın ne olduğundan, ana-baba hissiyatından nasibini almamış taş gibi, odun gibi bir varlığa denk gelebilirdi ancak.
12 Eylül 1980, aklıma ve vicdanıma bütün karalığı ile kazınmış bir gün, sonrasında yapılanları ise bir milletin geleceğini alt-üst edecek ve insanların ölümüne, işkencelere maruz bırakılmalarına, cezaevlerinde perişan günler geçirmelerine, ailelerin yıkımlarına, ruhi dengesini yitirme tehlikesiyle yüz yüze gelmiş insanların işsiz, güçsüz bırakılmalarına neden olan bir gün.
Üniversite üçüncü sınıfa başlayacağım yıl, gençliğimizin bütün heyecanı ve hareketliliği içinde birden bire her köşe başında eli silahlı askerlerle karşılaşmaya, fakülte kapısında silahlı askerlerin kimlik kontrolü yapmalarına, yurtlarda onların nöbet tutmalarına alışmak hiç de kolay değildi. Bir millet nasıl sıraya dizilir, boyunlu kazak üzerine bile nasıl kravat takılır, saç-sakal-bıyık için hangi ölçüler geçerlidir, birbirine düşman haline getirilmiş iki genç nasıl da aynı odada birbirlerine mahkûm ve muhtaç hale sokulur; insanları adam (!) etmenin çıkar yolu olarak başka çözümleri olmayanların hazırladığı Anayasa ile YÖK ile nasıl da bir milletin hafızası, düşüncesi, idealleri yok edilir; sorgular esnasında en yakın arkadaşını ele vermek ve aleyhinde konuşmak için hangi işkence usulleri ile muamele edilir, hangi hakaret edici sözler kullanılır ve insanların mukaddes bildikleri, namus addettikleri hususlar nasıl da ayaklar altına alınır? İşte bütün bunlar bizim gençliğimizin trajik birer tecrübesi idi.
Okuma-yazma bile bilmeyen analarımızın, bizlere hiç hissettirmeden kitaplarımız içinden pek çoğunu “belki bu kitaplar yüzünden evladımın başına bir iş gelir” diye yaktığına şahit olan bir nesiliz biz. Sosyoloji ile sosyalizmi karıştıran cezaevi görevlileriyle ve askerlerle muhatap olan bir nesiliz biz. Boş bırakıldıklarında siyaset ile ilgileniyorlar diye YÖK ile birlikte “abuk-sabuk” derslerle vakit geçirmesi sağlanan bir nesil yetiştiren anlayışa sahip eğitim sistemi inşa eden kraldan çok kralcılarla muhatap olan bir milletiz biz. Kendi insanlarını, fikri-zikri ne olursa olsun, etnik kökeni-inancı ne olursa olsun bütün insanlarını suçlu gören bir anlayışla muhatap olan bir milletiz biz. “Fikri iktidarda kendisi mahkûm olan” sözünü söyleten bir uygulamaya muhatap olan bir camiayız biz. Meğer asıl hedef, önce fikri mahkûm etmek ve sonra da öldürmekmiş. Çünkü sağcısıyla- solcusuyla “üzerinden tank geçmenin” ne olduğunu geç de olsa anlayan bir milletiz biz.
Hedefi gözdağı vermek olan ve fikir ile eylemleri adalet ve hakkaniyet terazisinde tartma zahmetinde bulunmayan bir zihniyet, bütün ilkelliği ile bu milletin evlatlarına çullandığından beri geçen bunca zaman içerisinde hala tortularını devam ettiren bir anlayışın inşa edicisinin ölümüne elbette üzülen olmayacaktır. Ama asıl üzüntü, tarihi pek çok insan için kötülükten ibaret görmeye imkân veren insanlarla, can alıcılarla, diktatörlerle aynı dünyayı paylaşmak ve onların bütün zulümlerine şahit olmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.