Fransız’a Başkaldırmak Bu mudur?
Meryem Gül mazlum bir Anadolu kadını. Kocası Ali’yi Soma faciasında gencecik yaşta ebediyete uğurlamış.
İki çocuğuyla yapayalnız ortada kalmış.
Devletin ve çeşitli yardım kuruluşlarının verdiği paraları çocuklarının eğitiminde kullanabilmek için götürüp bankaya yatırmış.
Banka memuru, hesabı boşaltıp ortadan kaybolmuş.
Meryem hanım gözü yaşlı şunları söylüyor: “Eşim 13 yıllık maden işçisiydi. İki çocuğumla kaldım. Üzüntüden sesim kısıldı. İzmir’e sevk ettiler endoskopi için. Gitmek için aylığımızı almayı bekliyordum. O para benim çocuklarımındı. Beş kuruşsuz kaldık. Korkuyorum da, ya kızıp paramı vermezlerse”
Tablo bu. İki yetimin, dul kalmış bir kadının ve Soma faciasının acısını üst üste koyun. Sonra da o vicdansızlığı yapan banka memurunu düşünün.
Türkiye bu vicdansızlıkların yapıldığı bir ülke oldukça, Türkiye’de böyle vicdansızlıklar yapıldığı müddetçe ve buna doğru dürüst bir tepki gösterilmediği müddetçe, bizden İslam aleminin beklediği ışık yükselmez.
Kendi topraklarında yetimlerin hakkının bu kadar kolay yenilebildiği bir memleketin, Myanmar’daki yetimler için umut olması söz konusu bile olmaz.
Kendimizi düzeltmedikçe kimseyi düzeltemeyiz.
Yıllar geçiyor, zaman akıyor hala birbirimizi yemeye, birbirimize düşmanlık etmeye devam ediyoruz. Ben küçük bir çocukken de tablo buydu, 40’lı yaşlarıma ulaştım hala böyle.
Yaşayıp gidiyor, din ve dünya adına hiçbir şey ifade edemiyoruz.
Teknolojide, bilimde, sanatta, edebiyatta, ekonomide dünya için ifade ettiğimiz birşey yok.
Elin Fransız’ı gelip Bursa’da otomobil fabrikası kurmuş, işçiler grev yapıyor, Fransız CEO gelip müdahale ediyor, işçiler boyun eğmiyor diye oturup kendimizi avutuyoruz.
Fransız’a başkaldırmak bu mudur? Fransız’ın karşısına ne zaman bir otomobille çıkacağız?
Kitapçılara bakıyorum, en çok okunanlar listesinde yabancı yazarların çeviri kitapları ağırlıkta. Dünya ne zaman bizim edebiyatçılarımızın, tarihçilerimizin kitaplarını okuyacak?
Seçim döneminin kısır döngüleri içinde bir kez daha bunları durup düşünmenin vakti. Kısır döngülerden aşırı siyasileşmeden bir an önce kurtulmalıyız.
Herkesin işini gücünü bırakıp siyaset konuştuğu bir ülke ilerleyemez. Mühendis doğru dürüst mühendisliğini yapmaz, memleketteki binaların yarısı çürük, oturup sabah akşam seçim konuşur.
Hiçbir şeyi yeniden keşfetmeye gerek olmayan, öyle parlak fikirlere de ihtiyaç olmayan bir noktadayız.
Dünyada kalkınan ülkelerin hepsinin yaptığı tek şey var; eğitime önem vermek.
Öğretmenlerin tek derdinin ay sonunu getirmek olduğu ortamda eğitimden bahsedilemez. Osmanlı döneminde muallim sınıfının gelirleri, yönetici sınıfından aşağı değildi.
O yüzden de Osmanlı‘nın büyük edebiyatçıları, düşünürleri, felsefecileri arasında öğretmen olan çoktur. Bu kuşak Cumhuriyet’in ilk yıllarında da kendini gösterir.
Sonra adım adım öğretmenler ikinci plana atıldı ve bugünlere geldik. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz insanlara önem vermeyecek de kime önem vereceğiz?
Öğretmene önem vermezsen, Somalı yetimlerin paralarına el koyan vicdansızlar ortaya çıkar.
Düğmeyi baştan yanlış iliklemiş gidiyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.