Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Ahiret yolculuğuna nasıl çıkacağız?

Ahiret yolculuğuna nasıl çıkacağız?

Ahiret yolculuğu bu dünyada başlar. Ahiret yolculuğu, Müslüman insanın temel meselesidir. Çünkü âhiret yolculuğu ertelemeyi, rötar yapmayı kabul etmez. Ahiret yolculuklarını bir müddet erteleyen veya askıya alanlar, Allah’ı unutanlardır. Allahû Teâla buyuruyor:
“Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Allah'ı unutup da Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr Sûresi/ 18-19)
Bu ayet-i kerimeler, bizden ahiret inancının pratiğini istemektedirler. Çünkü bu ayet-i kerimeler ahiret inancının sosyal hayat üzerindeki rolünü bize hatırlatıyorlar. Ahiret yolcusunun yol hazırlığı yapmaması, Rabbini unutmasındandır.
Ahiret inancı, İslâm’ın iman umdelerindendir. İslâm'ın iman umdelerinin içini şuurla doldurmadan İslâm insanı olmak mümkün değil. Allah'ı unutan, farkında olmayan insanın dünyadaki konumuna sağlıklı bir anlam vermesi mümkün mü? Ya da Allah'ı sadece dar zamanlarda hatırlayan? Ya da hayatını, Allah'a denk kuvvetlerin belirleyebileceğini düşünen? "Allah nedir benim için?" sorusu, İslâm insanının belki de en temel sorusudur. Ve "Yaratandır, rızık verendir, yaşatandır, hayatım için ölçüler belirleyendir ve bir gün yargılayacak olandır, yani ben O'nun için varım" cevabı, bir nabız atışı gibi kişiliğin boyutu haline gelmeden İslâm insanının gerçek anlamda inşa edilmesi mümkün değildir. Kur'an bir dua kitabı mı, hayat kitabı mı? Kur'an'ın içinde ne var? Allah'ın mesajı ise Kur'an, Allah beni neye çağırıyor? Bunlar sorulmadan nasıl Kur'an'ın içine nüfuz edilir, Kur'an'ı kişiliğimize taşımadan nasıl İslâm insanı olunur? Ya Peygamber? Kim Peygamber? Bizim için ne değer taşıyor? Ve hayatımızda ne kadar var? Kim kadar var? Allah tarafından gönderilmiş bir mürebbi ise O, kendi kişiliğimizi ne kadar emanet ettik O'na terbiye etmesi için? O'nunla ne kadar bütünleştik, aynileştik? O'nu ne kadar sevdik, ne kadar yakın olduk O'na kalben? O'nu ne kadar taşıdık hayatımıza? O bir tarih kişiliği mi bizim için, yoksa yaşayan bir önder mi? Bir siluet mi, gerçeklik mi? Ne biliyoruz O'nun hakkında? Kur'an "O'nun çağrısı"nın bizim için "diriltici" bir değer taşıdığını bildiriyor. Diriliyor muyuz O'nun çağrısıyla? "Peygamber'e iman", içini ne ölçüde doldurabildiğimiz "inanç dokusu" bizim yüreğimizde? Peygamber'i yaşamadan "İslâm insanı" olarak nasıl yüzüne bakılır O'nun Ahiret'te? Ya Ahiret ne bizim için? Bir masal gibi mi algılıyoruz Ahireti, yoksa varoluşun olmazsa olmaz bir rüknü olarak mı? Ahiret bir şuur dokusu olarak girdi mi kişiliğimize? Yoksa sisler arkasında bir kültür kırıntısı mı? Hakikaten her eylemimizin gözaltında olduğunun farkında mıyız? Ellerimizin, ayaklarımızın, gözlerimizin tanıklık yapacağı bir dünyaya doğru yürüdüğümüze inanıyorsak, bunun hayatımıza yansıması nasıl oluyor? Tevbenin farkında mıyız? Günah ne bizim için? Allah'ın sınırları ne? O sınırları aşmak ne anlama geliyor? Ahirete Allah'ın sınırlarını aşmış olarak gitmek ne demek? Allah'ın huzurunda yargılanmak, mahşer aydınlığında sorgulanmak, yalan söyleyememek, gizleyememek, örtememek, som bir şeffaflık içinde olmak ne demek? Ne kadar hazırız Ahirete? Yoksa hiç ölmeyecekmiş gibi bir dünya mı kurduk kendimize? Ölüm bizim için ne anlam taşıyor? Nereye gidiyoruz ölünce? Ne oluyor ölünce dünyada yaptığımız ve içimizi tırmalayan işlerimiz? İnsanların ayaklarına basmalarımız, gönüllerini kırmalarımız ne oluyor? Doyumsuz bir hırsla çalmalarımız, çırpmalarımız ne oluyor? Bunlar kişilik gündemimizde değilse, nasıl çıkılır Ahiret yolculuğuna İslâm insanı olarak?
Müslümanlığımızı Allah'ın rıza terazisine sunmayı ve orada kabul görmeyi... Allah'a açmayı gönlümüzü ve O'nun bakışından utanmamayı... "Ben Müslümanım" sözünün bir hayat disiplini haline gelmesini... Bir şuur diriliğini ifade etmesini, ahiret yolculuğunun hazırlıklarından bilmeliyiz. İnsanlar, anne-babaları, toplum gelenekleri, "din adamı" kimliği içinde yer alanlar, medya ya da devlet tarafından kendilerine veri olarak sunulan İslâm'la yetinme noktasındalar mı? Aslında "Ben Müslümanım" demenin içinde, böyle pek çok soru var. Kur'an açık açık uyarıyor: "İnsanlar "iman ettik" demekle terkedileceklerini ve sınava tabi tutulmayacaklarını mı hesapladılar?" (Ankebût Sûresi, 2)
İslâm, Kur'an, Hazreti Muhammed, iman, secde, tevbe, namaz, kıble ve daha binlerce kavram var ki, "Ben Müslümanım" diye yola çıkan insanın, hayatında tüm bunların içini doldurması gerekiyor... Peki bunların her biri bizim için hangi anlama geliyor? Bir tek kelime-i tevhidin içini dolduran insan oranı nedir yüzde 99'un içinde? Ve kelime-i tevhidin şuuruna varmadan nasıl Müslüman olunur? İnancımız o ki; son nefese kadar arınma kapısı açıktır. Arınma, yani kendi kendimizi yenileme, pas tutmuş yanlarımızdan kurtulma ve İslâm'la güve yememiş bağlar kurma imkânımız her zaman vardır. Ahiret yolcuları olarak "Hadi gelin, Müslümanlığımızı Allah'ın razı olacağı ölçüler içinde sınayalım" dememiz, bir kardeşlik vecibesidir.
Ölüme hazır insan teslim alınmaz, o teslim olmuştur. İnsan hayatı, bitip tükenmek bilmeyen bir yolculuktan ibâret aslında.. İsminin-cisminin olmadığı, adının-sanının duyulmadığı bir “hiçlik” âleminin ardından, önce anne karnında, sonra dünya hayatında “var” olduğunu zannediyor insanlar... Ecel gelip insanın bedenle ruhunu birbirinden ayırdığında ise, zaten çoğumuzun defteri kapanmış oluyor. Aslında herkes kabul ve itiraf ediyor ki; dünya bir misâfirhâneden ibâret... Âdeta bir kapısından girilip diğerinden çıkılan, iki kapılı bir hân... Gelen gidiyor, giden bir daha geri dönmüyor. Zira birinci kapıdan girip de ikincisinden çıkmayan kimse olmadığı gibi, gidip de geriye dönen de yok!.. O halde gün bugün, dem bu dem!.. Vakit kısa, iş çok!.. Az zamana çok hazırlık devşirmenin vaktidir. Yarına azık biriktirmenin, âkıbeti düşünmenin vakti! İnsanlar, bu sınırlı zamanlarını öyle veya böyle geçiriyorlar. Mühim olan, en kıymetli zamanları, en güzel şeylere tahsis edebilmek!.. Aynı, ardında iz bırakan, insanların hâfıza ve gönüllerinde taht kuran şahısların yaptığı gibi... Gâye bir: Ölümle ölmemek!.. Toprağa gömülürken unutulmamak!.. İsmini, hayırlarla yâd ettirebilmek!.. İki dünyada fayda verecek amellerle hatırlanmak!.. Aslında insanlar tarafından bilinip bilinmemenin de bir ehemmiyeti yok... Mühim olan o “gün”e hazırlanmak; o “çetin ve amansız gün”e!.. İnsana en yakınlarının bile uzak durduğu, sadece kendi yaptığıyla yüzleştiği güne... Âhiret gününe!.. Mü’minin hayatının her ânında o günün bir aksi olmalı... Yaptığı bir işi, söylediği bir sözü önce gönlünde kuracağı âhiret terâzisine vurmalı!.. Eğer o terâzide ağır basıyorsa, bir kıymeti olacaksa yapmalı yâhud söylemeli!.. Kendisine kuru sıklet olacak, hatta yüzünü kızartacak yüklerle doldurmamalı biricik azık heybesini!.. Bunun için heybenin altının delik olup olmadığını incelemeli önce... Zira altı, sahih iman ve istikâmet ipliğiyle dikilmeyen heybeye konulacak her azık, dökülüp gitmeye, heder olmaya mahkûmdur... Daha sonra eline ne geçerse “hayır” olarak: sabır, takvâ, şükür, ibâdet, gözyaşı, teslimiyet, tevekkül, hizmet... buraya devşirmeli... Yani, yanında âhirete götüreceği biricik heybeye!.. Bu kısa dünya yolculuğu esnasında, âhirette kendisine yetecek kadar azık hazırlayabilenler, mutluluğa erenlerdir. Ahiret yolculuğu meçhul bir yolculuk değildir. Genelde her insan, özelde her Müslüman âhiret yolcusudur. Ahiret yolculuğu hazırlıksız, azıksız olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi