Dr. Erbakan Özal

Dr. Erbakan Özal

‘Teröre Karşı’ Türkiye Ne Yapmalı?..

‘Teröre Karşı’ Türkiye Ne Yapmalı?..

Batı ittifakının ‘sadık’ üyesi ve bu arada Batı’nın ‘ağababası’ ABD’nin “stratejik müttefiki” konumundaki Türkiye, her ne kadar kamuoyunun dikkatinden kaçırılıyor olsa da, ittifak ilişkileri içerisinde bulunduğu Batılı ülkeler ile ittifakın çatı örgütü NATO tarafından içten ve dıştan kuşatılmış gibi bir durum ya da algıya mahkûm edilmiş bulunmaktadır. Böylesi bir tuhaf, garip ve kötü görüntü karşısında Türkiye’nin ‘yumruğunu masaya vurmaktan aciz’ bağımlı bir üçüncü sınıf ülke gibi davranıyor havasının yayılması ise işin daha dayanılmaz bir yönünü içeriyor.

Durum böylesine vahim, çaresiz ve dayanılamaz bir noktaya dayanmışsa; Türkiye, artık eski alışkanlıklarını bir kenara bırakmalı ve derhal gerçekçi bir silkinme gerçekleştirerek ayaklarının üzerinde durmanın gereğini yapmalıdır. Zira Türkiye’nin tarihi ‘görkem’i ve jeo-kültürel ‘beklentiler’i böylesine bir başkaldırıyı ve hatta küresel ölçekte (en azından Osmanlı coğrafyasında) bir ‘oyun kurucu’ rolüne bürünmeyi kendisine zorunlu kılmaktadır.
Öyle ise, bundan böyle, daha fazla kendimizi kandırarak yol alabileceğimizi zannediyorsak, hiç boşuna uğraşmayalım!.. Çünkü bu tarz politikaların bizi iteleyebileceği ya da taşıyabileceği tepe noktayı görmüş olduk!.. Bundan sonraki süreçte, çok ivedi bir şekilde kendimizi yenilemediğimiz sürece duraklamaya, hatta gerilemeye doğru sürüklenmekten kurtulmamız mümkün değildir.

Ancak unutmayalım ki, bilişim çağının duraklama, gerileme ve hatta yıkılma dönemleri asırlarla değil, belki de bir iki yıllarla bile ifade edilebilecek derecede hızlı, keskin ve kısacıktır. Öyle ise, bu durum özellikle ve özenli bir şekilde göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin; Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden siliniş süreci ile Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecini ‘çağın akış hızı’ bağlamında karşılaştırdığımızda bu durumu çok açık ve net bir biçimde görürüz.
Hakikaten, soğuk savaş yıllarında dünyayı titreten iki süper güçten birisi konumundaki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi bir devin gerileme dönemi 1985-89 arası daracık bir dönemi kapsadığı gibi, yıkılma dönemi de 1989-91 arası gibi çok kısa bir zaman dilimine sığmıştı (duraklama dönemi ise 1974-1985 yılları arasındaydı). Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz bu çağı, kesinlikle Osmanlı Devleti’nin duraklama (1579-1699), gerileme (1699-1839) ve yıkılma (1839-1919) dönemlerini kapsayan tarım ve erken sanayi çağlarıyla karıştırma hatasına düşmeyelim. 

Hatta bu çağı (bilişim çağı-erken genetik çağı), SSCB’nin dağıldığı (1985-1991) çağ olan erken bilişim çağı-ağır sanayi çağı ile de artık karıştırmamak gerekir. Bundan dolayıdır ki, bu çağda yaşamakta olan her ülke beklenmedik sürprizlere karşı mutlak manada hazırlıklı olmaya çalışmalıdır; ABD, İsrail ve Çin gibi ‘bileği bükülmez’ gibi zannedilen güçler bile... Dolayısıyla, ‘hasta adam’ benzetmesine maruz bırakılma tehlikesiyle karşı karşıya getirilmiş bulunan Türkiye’nin, işi/süreci daha fazla zamana yayma alışkanlığını sürdürmeden, muhtemel tehlikeli sürprizlere karşı derhal gerekli tedbirleri almaya girişmelidir. 

Öyle ise, Türkiye ne yapmalıdır?.. 

Birincisi; hiç zaman kaybetmeden, kurumsal devlet yapısı oluşturularak ‘devlet sistemi’ kişilere göre işleyen yapıdan kurtarılmalıdır. Böylesi bir ‘kurumsal yapı’ oluşturulması halinde:

a) Her şeyden önce, bilişim çağının imkânlarıyla gizli kapaklı ilişkileri tespit edilmesi muhtemel devlet yöneticilerinin tehdit, şantaj ve korkutma yöntemiyle ele geçirilerek ihanet noktasına sürüklenmelerinin önüne geçilmiş olunacaktır. Böylece, istismar edilmesi ya da aleyhte kullanılması muhtemel tepe yöneticilerin zararlı karar, emir ve uygulamaları devlet çarkına uymadığı takdirde derhal çok boyutlu incelemeye tabi tutulacak ve hatta ilgililer hakkında gerekli yasal takibatlar başlatılabilecektir. Böylesi bir kurumsallaşmış sistemde keyfiliğe, yozlaşmaya, kayırmacılığa, meydan okumalara ve en küçük haksızlıklara bile yer olmayacaktır.

b) Farklı yönetim ya da yöneticilere bağımlı bir şekilde işleyen ve dolayısıyla devlette devamlılık ilkesine aykırı düşen her türlü uygulamanın önüne geçilmiş olunacaktır.

c) Tepe yöneticilerin iddia, ideal, ufuk, birikim, tecrübe, hesap, istek, arzu, hedef, beklenti, amaç, misyon, vizyon ve geçmişlerine göre işleyen bir devlet sisteminden, devlete ait söz konusu ulvi ilke, değer, esas, kural, mantık ve yukarıda sayılan durumlar çerçevesinde işleyen ‘kesintisiz ve sürdürülebilir’ bir devlet sistemine geçilmiş olunacaktır. vs, vs...

 İkincisi; hiç vakit geçirmeden, devletin istihbarat yapısı gruplara, bireylere, mesleklere ve politik alanlara göre yeniden yapılandırılmalıdır. Böylesi bir ‘istihbarat yapısı’ oluşturulması halinde:

a) Devlet ile milletin ulvi menfaatlerine yönelebilme ihtimali olan her türlü zararlı hareket, tutum, davranış, eğilim ve hatta düşünce daha yuvalanmadan imha edilebilecek derecede takibat altında olacaktır. Böylesi bir yapılanmanın oluşturacağı ağa takılmadan yoluna devam edebilecek terör yapılanması söz konusu bile edilemeyecektir. Devletin, ülkenin ve milletin menfaatlerine aykırı fiilleri gerçekleştirme eğilimi gösterme ihtimali olan eşler ve diğer aile bireyleri bile kendi içlerinde “devlet adına” olaya müdahale ederek sorunu daha şekillenmeden ortadan kaldırabilecektir. Aslında iç güvenlik yasası bu anlamda önemli bir başlangıç olarak değerlendirilebilir. 

b) Yönetim erki başta olmak üzere, potansiyel ağırlığı olan hemen herkes ya da her kesim üzerinde örtülü operasyon, yönlendirme, etkileme, kullanma, yok etme ve ihanet ettirme çalışmaları yapma ihtimali bulunan iç ve dış düşmanlara karşı daha tedbirli bir şekilde davranılmış olunacaktır.

c) Devlete ve devletin menfaatlerine karşı düzenlenme ihtimali bulunan her türlü terör ve diğer saldırılara karşı, iç ve dış kamuoyunu uyandırmadan, kesin sonuç alınacak bir biçimde örtülü operasyonlar yapma ve hatta söz konusu zararlı örgüt ya da yapılanmaların dirilmesine fırsat vermeden imha edilmelerini sağlama imkânına kavuşulacaktır. vs, vs...

Üçüncüsü; hiç vakit geçirmeden, devletin gizli ve açık ittifak ilişkileri ile gizli anlaşmaları gözden geçirilerek, ‘asimetrik denge’ esasına dayalı yapılanmalar yeniden müzakere edilerek, olabildiğince hızlı bir şekilde ‘simetrik denge’ esasına göre yeniden şekillendirilmelidir. Böylesi bir ‘ittifak ve anlaşma yapıları’ oluşturulması halinde:

a) Devletin ulvi ve ihmal edilemez menfaatleriyle ilgili politikaların geliştirilmesi ya da şekillendirilmesi sürecinde ittifakın değil, devletin tercihlerinin belirleyici olması sağlanmış ve öngörülemez risklerin en aza indirilmesine uygun bir zemin hazırlanmış olunacaktır. Bu durumda, bugünkü DAEŞ (IŞİD) gibi ne olduğu ve kime hizmet ettiği oldukça tartışmalı olan örgütler bahane edilerek Türkiye’nin yüksek menfaatlerini ihlal edici tarzda uluslar arası operasyonlara kalkışılamayacak; NATO kullanılarak, NATO’nun bir üyesinin dibi oyulmaya çalışılamayacaktır.

b) Egemen güçlerin menfaat, hesap ve planlarına alet olan bir devletten, simetrik denge esasına ve kazan kazan politikasına uygun bir ulusal, bölgesel ve hatta küresel politikanın yürütülmesinde söz sahibi olan bir devlete evrilmiş olunacaktır.

c) Batı’ya bağımlı ve bağlantılı bir üçüncü sınıf ya da daha zayıf bir devlet olmaktan çıkılarak, Batı ile Doğu arasında yok sayılamaz derecede önemde bir denge unsuru ve hatta Osmanlı varisi gibi davranabilmemizin önü açılmış olunacaktır. vs, vs...

Dördüncüsü; İslam ülkeleri... Beşincisi; Türk Dünyası... Altıncısı; Shenghay Ülkeleri... vs, vs, vs...
Sonuç olarak; Türkiye artık daha fazla böyle devam edemez ya da böyle devam etmemelidir... Zaten, Türkiye bu itibarsız durumu hiç bir şekilde hak etmediği gibi, bu noktada oyalanmasına fırsat verebilecek zamanı da kalmamıştır. O nedenle, bir taraftan içinde bulunulan söz konusu rahatsız edici durum ve konumdan kurtulmayla ilgili kapsamlı çalışmalar yapılırken, diğer taraftan ise neredeyse hemen her ölçekteki güç ya da gruplarla da her türlü ‘menfaat ilişkileri’ temelinde gereken gizli ortaklıklara girilmekten hiçbir şekilde geri durulmamalıdır. Bu arada hiçbir şekilde unutulmamalıdır ki; Türkiye’yi güçten düşürerek kifayetsiz duruma sürüklemek isteyenler karşısında varlık gösterebilmek ve hatta mümkünse küresel ölçeğe varan boyutlarda rol kapabilmek için kaçınılmaz bir biçimde proaktif ve dinamik yapılı olmaya da mecburuz...d

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Erbakan Özal Arşivi