Dr. Erbakan Özal

Dr. Erbakan Özal

Türkiye-Avrupa Birliği Arasındaki Mülteci Pazarlığı

Türkiye-Avrupa Birliği Arasındaki Mülteci Pazarlığı

Geçmişten günümüze bir bütün halinde Türkiye tarihine bakıldığında, sürekli olarak ‘iyi niyetimiz ve çekingenliğimiz’ nedeniyle genellikle masa başı pazarlıklarda kaybetmek zorunda kalmışızdır. Bu konuya ışık tutan pek çok önemli bilimsel çalışmalar mevcuttur. O çalışmalardan gördüğümüz kadarıyla; Osmanlı Devleti içerisine seyahatlerde bulunan çeşitli seyyah, tüccar, misyoner, istihbaratçı ve devlet görevlilerinin hatırat ve raporlarında Osmanlı insanının misafirperverliğinden, iyi niyetinden, hoşgörüsünden, alçak gönüllülüğünden, saflığından, merhametliliğinden, her bakımdan aldatılmaya müsait oluşundan vs sıklıkla bahsedip, bu insanları anlamakta zorlandıklarını yazıp çizmişlerdir.

Ayrıntıya girmeden sözü Suriyeli mülteciler konusu ile bu bağlamda Türkiye’nin takınmakta olduğu tavırlara getirmek istiyorum... Malum; Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş nedeniyle, Türkiye’ye 2,4 milyona yakın Suriyeli kardeşimiz kaçıp gelmiş bulunuyor. Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ile 1967 tarihli New York Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Protokolün kendisine yüklemiş olduğu görev ve sorumluluklarının çok fevkinde bir başarılı çalışma yürütmüştür. 

Fakat söz konusu Sözleşme ve Protokol hükümlerine baktığımızda; Türkiye’nin ne derece yalnız bırakıldığını, Türkiye’nin bu sözleşme ile protokollerin gerektiği gibi harekete geçiremediğini ve bu arada Türkiye’nin bu sorun nedeniyle gelecekte üzerine binecek ek yüklerin farkında değilmiş gibi gerekli çözüm ve tedbir yollarına yerli yerince müracaat etmediğini görüyoruz. Sorumluların kim olduğuna gelince; ben bilemem demekle yetinmek istiyorum. 

Türkiye bürokrasisinin, en azından Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliği üzerinden yapılması gereken ön çalışmaları bile yeterince başlatamadığı hakikati karşısında, hayretlere düşmekten kendimi alamıyorum. Yanılıyor ya da kaçırmış olabilirim; ama gördüğüm kadarıyla, büyük ve binlerce yıllık devlet geleneğine sahip köklü devletlere yakışır nitelikte bir devlet bürokrasisine sahip değiliz. Bürokrasinin detaylandırıp muhtemel hamle alternatiflerini siyaset kurumunun önüne koyamadığı bir ortamda, devletin zirvesindeki yetkililerin hangi muhteşem hamleleri yapmasını bekleyebiliriz ki?!

Türkiye, sırtına yükletilmiş bulunan 2,4 milyon civarındaki mülteci yükünün altından kalkabilmek için ezilip büzülürken; şimdi Rusya’nın Suriye’de operasyonlara kalkışmış olmasının etkisiyle meydana gelmesi muhtemel yeni bir kitlesel gayrimeşru göç karşısında Türkiye’nin ne yapabileceğini bir düşünelim lütfen!.. “İşte sorun üzerine sorun biriktirmek budur” dersek yanılmış olmayız herhalde!.. Sakın abartmakta olduğum sanılmasın!.. Rusya-İran ittifakının Suriye-Irak ekseninde yaygınlaştırabilecekleri hava saldırılarına paralel bir biçimde, onlarla birlikte hareket etmeye başlamış gibi görünen Suriye-Irak ordularının kapsamlı bir şekilde karar operasyonuna girişmeleri halinde, Türkiye, tam anlamıyla mülteciler ülkesine dönüşürse hiç şaşmam!.. Zaten Rusya-ABD gizli anlaşmasına dayalı bir yeni Suriye politikasından söz edilmeye başlanmış olmasını da işin içerisine katarsak… 

Açıkçası komşu ülkelerdeki iç hesaplaşmaların kısa vadede (3-5 yıl içerisinde) ortadan kaldırılacağına dair en küçük bir işaret ya da emare bulunmadığına göre; Türkiye ve diğer çevre İslam ülkelerine doğru yoğun kitlesel mülteci göçünün olması her zaman için ihtimal dâhilindedir. Öyle ise, artık hiç vakit kaybetmeden, biran önce kalıcı çözüm yolları bulmaya çalışılmalıdır. Kaldı ki, madem ABD-AB-İsrail üçlüsü gizli ya da açıktan, DAEŞ terör örgütü söylemlerinin arkasına saklanarak bölgedeki İslam ülkelerini karıştırmayı sürdürüyorlar; Türkiye de, hiç çekinmeden, bu durumu söz konusu devletlerin önüne koyarak mülteci sorununun çözümüne gerçekçi bir şekilde destek olmalarını istemelidir.

Bu noktada Türkiye’nin gerçek anlamda ürkek, korkak, çekingen, şaşkın ve başarısız bir şekilde hareket etmekte olduğu açıkça görülmektedir. Niçin olduğunu bilmem; ama Türkiye, her nedense, göçmen sorunu başta olmak üzere, Suriye politikasına endeksli hemen her sorun karşısında endişelerini dile getiriyor getirmesine de, nedense taleplerinin hiçbirisini müttefiklerine kabul ettiremiyor. Üstelik, söz konusu talepleri kabul görmeyen Türkiye ise, olabildiğince alttan alıp yalvarmalı tavırlar içerisine girerek durumu idare etmeye çalışıyor gibi bir görüntü veriyor. Hakikaten çok şaşırtıcı ve anlaşılması mümkün olmayan bir durum bu!.. Bakalım işin içinden ne çıkar; bekleyip görelim. Çünkü Türkiye’nin, hele ki Sayın Cumhurbaşkanımızın anlık hangi hamleleri yaparak muhataplarını nasıl bir sürprizle karşılaşmak zorunda bırakabileceğini tahmin etmek pek mümkün değildir. O nedenle, hâlâ çok ümitliyim. 

Yine de buradan açıklıkla hatırlatmak istiyorum ki:

a) Türkiye, derhal Suriye sorununun barışçı yollarla çözüme kavuşturulabilmesi için, Beşşar Esad’lı seçenek de dâhil olmak üzere, tüm formüllerin masaya yatırılmasını içeren kapsamlı bir barış masası kurulmasını dillendirerek gerekli girişimleri başlatmalıdır.

b) Türkiye, sırtında tıpkı bir kambur gibi duran 2,4 milyon civarındaki Suriyeli mülteciler ile gelebilecek muhtemel yeni milyonlarca mültecinin yerleştirilebilmesi için, tüm Türkiye-Suriye sınırı boyunu kapsayacak şekilde, 100 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturulması için, öncelikli olarak Avrupa Birliği (AB) ile masaya oturmalı ve ABD’nin de masaya gelmesi için AB’den tam destek almalıdır. Şayet, bu teklifine yeterince destek olunmayacaksa, Suriye sınırından Bulgaristan-Yunanistan sınırına kadar güvenli bir geçiş koridoru oluşturarak milyonlarca Suriyeli ve belki de Iraklı mültecinin Avrupa Birliği sınırlarına dayanmasını sağlamak zorunda kalacağını açıkça ilan etmelidir.

c) Milyonlarca mülteciyi Türkiye içerisine kovalayan Batılılar, bu mültecilerin Kuzey Suriye’de oluşturulması teklif edilen 90 kilometre karelik güvenli bölgeye yerleştirilmesine engel oluyorlarsa eğer; tüm Ortadoğu coğrafyasındaki mülteci konumunda olanların (Lübnan ve Ürdün’dekiler dâhil) AB sınırına dayanması için, kapılarını sonuna kadar açacağını tüm dünyaya ilan etmelidir. Zira PYD kartı üzerinde Türkiye’yi terbiye etmeye çalışan müttefiklerimiz karşısında, daha fazla korkakça tavırlar içerisine bulunmakta olduğumuz yanlış algısının yayılmasına müsaade edersek, ne yazık ki bunun bedeli çok ağır olacak gibi görünüyor…

d) Şayet AB, mültecilerin Avrupa Birliği sınırlarından içeriye girmemesi için Türkiye’nin sınırlarını kapatmasını istiyorsa; çocuk kandırıyor gibi, 1 milyon Euro gibi komik bir finansman desteği ile AB’ye seyahat edeceklere vize kolaylığı şeklinde komik teklifler edeceğine; önce Suriye’de, tüm Türkiye sınırlarını kapsayacak şekilde, 90 kilometre karelik bir alanda güvenli bölge oluşturulması yönündeki projeye kesin bir biçimde destek olmalı ve sonra da bu güvenli bölgede oluşturulacak olan yerleşim alanlarının finansman desteği için ABD ile birlikte kesenin ağzını açmayı taahhüt etmelidir. (AB’ye üyelik sürecinde gasp etmiş oldukları haklarımızın hesabını görme zamanı geldiğinde vize ve mali destek konularını konuşuruz!)

e) Türkiye’nin güvenlik riskleri ortadan kaldırılmadan, sosyoekonomik yükleri hafifletilmeden, Türkiye’nin başına bela olmuş bulunan PKK-PYD-PJAK gibi terör yapılanmaları karşısında Türkiye’ye açık destek verilerek bu konuyla alakalı çok boyutlu endişeleri ortadan kaldırılmadan AB tarafından teklif edilen eylem planına kesinlikle destek olunmamalıdır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Dr. Erbakan Özal Arşivi