Bu paralar nereden?
Erdoğan-Doğan kavgasında üçüncü hafta da doluyor, ama hadise başlangıçtaki işaretlerle örtüşmeyen bir zemine kaydı.
Bilhassa Başbakan “Sana beş gün süre, açıkladın açıkladın, yoksa ben yapacağımı bilirim” tehdidinin arkasını getirmedi veya getiremedi.
O gün apar topar kendi ekranına çıkıp cevap yetiştiren Doğan da, ikinci raundda internet sitesinden yazılı açıklama yapmayı yeterli gördü.
Böylece tartışmanın profili bir anda düştü.
Ve bu tür iktidar-medya polemikleri için başından beri zihinlerde var olan tahmin ve beklentinin yine gerçekleşeceği kanaati hâsıl oldu:
Önce kavga, sonra uzlaşma... Ve ardından, eski tas-eski hamam, “Al gülüm, ver gülüm” sistemine devam. Gerçi Erdoğan, “Bundan sonra kimseye imtiyaz yok” diyor, ama Doğan da “Hakkım olan şeyden vazgeçmem” ısrarında.
Doğan’ın kast ettiği şeyler belli: Hilton arazisinde imar tadilâtı, Ceyhan’da rafineri ve TV-5’in frekansının CNN Türk’e devri. Bunları hakkı olarak görüyor Doğan. Erdoğan’sa şimdilik kapıyı kapatmış gibi görünüyor, ama işin sonunun nereye bağlanacağı şu an için meçhul.
Bu arada şirketlerinin borsa değerindeki kayıp 4.4 milyar YTL’yi bulan Doğan’ın, “Bu da geçer, ama bir yılda mı, iki yılda mı, bilmiyorum” sözü, o cenahtaki sıkıntının boyutunu ele veriyor.
Deniz Feneri olayında ise Almanya’daki dâvâdan çıkan karara göre gelişmeler şekil alacak.
Yargılanan üç kişinin ceza aldığı, “itirafçı”nın tahliye edildiği dâvâda mahkeme başkanı, “Asıl failler Türkiye’de” diyerek ve isimler de vererek, topu Türkiye’ye attı. Bu noktadan sonra hükümet, “Bunların üzerine git” baskısına muhatap.
Başbakan son konuşmalarında “Suçlu olan cezasını çeker” diyerek, Hükümet Sözcüsü de Alman mahkemesinin kararı sonrasında Türk savcılarını göreve çağırarak, giderek ağırlaşacağı görünen bu baskıdan korunmaya çalışıyor.
Ama suçlanan kişilerin konum ve ilişkileri, AKP’yi yeni sıkıntılarla karşı karşıya bırakabilir.
Oluşan resmin tamamı da AKP için sıkıntılı.
Artık Meclis Başkanı değilse de, partinin ağır toplarından biri olma vasfını hâlâ taşıyan Bülent Arınç’ın “Geçmişini bildiğim bazı arkadaşlarımızın milyon dolarlık servetleri beni düşündürüyor” deyip “Nereden geliyor bu paralar?” diye sorması ve “Gördüğüm bazı şeylerden hicap duyuyorum” sözü yeterince düşündürücü.
Keza, birinci dönem AKP hükümetlerinin ekonomiden sorumlu bakanı iken 22 Temmuz öncesinde aday olmayıp kısa süre önce partiden de ayrılarak kendisine yeni bir yol çizen Abdüllâtif Şener’in beyanları da Arınç’ı tamamlıyor:
“Türkiye’de son zamanlarda yeni yeni dolar milyarderleri türedi. Gelin, şimdiye kadar kime ne kaynak aktarılmışsa onları Başbakanlık internet sitesinden açıklayın ki, kime ne ihale, kime ne kadar kaynak aktarıldığını herkes görsün. İşte o zaman şifreler ortaya çıkacaktır...’’
Bunlar, AKP iktidarının iç işleyişini ve ilişkilerini yakından bilme pozisyonunda olan iki ismin, asla yabana atılmayıp dikkatle üzerinde durulması gereken son derece önemli ifadeleri.
CHP ya da MHP gibi, AKP karşısındaki duruşu belli olan muhalefet partilerinin veya medyanın bu konuda ortaya attıkları iddialar ihtiyat ve şüpheyle karşılanabilir. Ama AKP’nin kendi içinden gelen sesler görmezden gelinebilir mi?
Haydi, Şener artık muhalefet saflarına geçtiği için onun eleştiri ve ithamlarına da soru işareti koyulsun. Ama Arınç’ın sözlerine ne denilebilir?
Kurucularından olduğu partisine bağlılık ve sadakatini aynen koruyan, Almanya’daki Deniz Feneri’yle ilgili iddiaların Başbakana da bulaştırılmak istenmesine karşı çıkıp Erdoğan’ı kuvvetli ifadelerle savunan Arınç söylüyor bunları.
Demek ki, AKP çatısı altında “Nereden geliyor bu paralar?” diye sorduran zenginleşmeler var. Ama bunların daha açık konuşulması lâzım. Kimbilir, bir sonraki aşamada belki o da olacak!