Suriye’deki Paylaşım Savaşı-III: Türkiye, Dışa Dönük Olarak Ne Yapmalı?
Suriye’deki paylaşım savaşının aslında ne olduğuyla ilgili yaygın kanaatleri paylaşarak yazıma giriş yapmak istiyorum. Buna göre Suriye’de, uydurma iddiaların aksine, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında yeniden yapılandırma ve parçalara ayırarak daha kolay kontrol edilebilir şubeler oluşturma çalışmaları yürütülmektedir. Yine iddialardan anlaşıldığına göre; Suriye’deki paylaşım savaşının asıl nedeni, yüzlerce yıllık sömürgecilik ve emperyalizm deneyimi olan Batılı devletler ile binlerce yıllık derin yapılanmalarla devletleri içten ele geçirme deneyimi olan Masonik tarzdaki örgütlerin en üst karar merkezleri yanında, küresel ölçekli büyük ekonomik güçlerin birlikte destek vermekte oldukları İsrail’in arz-ı mev’ud ya da vaat edilmiş topraklar politikasına işlerlik kazandırma niyeti yatmaktadır.
Dolayısıyla anlaşılan o ki, hâlihazırda Suriye’deki karışıklıklar ile ondan önce Somali, Cezayir, Afganistan, Irak, Pakistan, Sudan, Libya, Mısır, Yemen, Tunus’ta ortaya çıkmış bulunan iç karışıklıklar ve hatta Suriye’den sonra Malezya, Türkiye, Lübnan, İran, Endonezya ve diğer İslam ülkelerinde sırasıyla çıkartılması beklenen iç karışıklıkların tamamının perde gerisinde her bakımdan örgütlü ve koordineli bir şekilde hareket eden hâkim güçler bulunmaktadır. Açıkçası bu ürpertici gerçeğin farkında olarak Suriye’deki karışıklıklar sürecine bir bütün halinde bakılabilirse eğer, inanıyorum ki daha doğru, mantıklı ve tutarlı tespitler yapılması söz konusu olacaktır.
Bu durumda, Suriye üzerinden Türkiye’ye yöneltilmekte olan tehditleri sadece yerel ölçekli unsurlar olarak değerlendirerek tedbirler almaya kalkışmak hiçbir işe yaramayabilir. Zira bölgedeki asıl muhataplarımız ABD liderliğindeki Batılı devlet ve örgütler ile İsrail’dir. Öyle ise, her şeyden önce Türkiye, bundan sonra atacağı tüm adımlarında derin ve muammalı ittifak ilişkileri içerisinde bulunduğu ABD liderliğindeki Batı ittifakına temel teşkil eden anlaşma, sözleşme, protokol ve diğer taahhütlerin satır aralarında bize sağlanmış bulunan haklara dayanarak hareket etmelidir. Bu bağlamda; özellikle bilişim çağı koşullarının, Batılı ülkeleri küresel rekabette olabildiğince gerilere itmekte olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurarak Türkiye, sahip olduğu jeopolitik, jeokültürel ve jeostratejik avantajlarını ABD ile olan yakın ittifak ilişkilerinin faydasına olacak şekilde kullanması halinde, hem küresel rekabette ABD liderliğindeki Batı ittifakını ve hem de Batı ittifakı içerisindeki rekabette ise ABD’yi önemli ölçüde avantajlı konuma taşıyabileceği realitesini çok iyi bir şekilde kullanmalıdır.
Bu bağlamda, Türkiye’nin yapması gerekenlerden birincisi: Dargınlık, alınganlık, kızgınlık, çekingenlik ve korkaklık zafiyetleri göstermeden, sadık bir müttefik olarak, ABD liderliğindeki NATO ve diğer Batılı örgütler ile devletleri, ittifak ilişkilerine yön veren yazılı metinlere sadık kalarak, her bakımdan açık olan ayak oyunlarına son vermeye çağırmalıdır. Bu noktada, ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ anlayışı içerisinde kalınarak, dışarıya herhangi bir sızıntı vermeden, anlaşmazlık konularının kapalı kapılar ardında ve müttefikliğe yakışır bir biçimde çözülmesine özel önem verilmelidir.
Öte yandan, Suriye’nin karıştırılması nedeniyle, neredeyse 12 milyon kadar Suriyelinin mülteci/sığınmacı durumuna düşmüş olduğu bir ortamda, Suriye’deki karışıklıkların perde gerisindeki güçlü devletlerin kapılarını sığınmacılara kapatmış olmalarına karşın, Türkiye’nin neredeyse 2,5 milyon mülteciyi ağırlıyor olması yanında, Türkiye’nin asıl hedef alınan ülkelerin başında geliyor olması karşısında Türkiye, tüm riskleri göze alarak, derhal Batılılar karşısında mülteci kartını ileri sürerek ABD ile Avrupa Birliği ülkelerini karşı karşıya getirip kendi konumunu güçlendirmelidir. Ancak, yukarıda da üzerinde durmuş olduğum üzere; Türkiye, tüm bu çıkış ve taleplerini yaparken, özellikle ittifak ilişkilerinden kaynaklanan dostluk ve yakınlık bağlarını çok iyi kullanmalı, ilişkilerin kopmasını gerektirecek karşıt konumlanmalardan titizlikle kaçınmalıdır; ama anlaşmalardan ve fiili durumlardan doğan haklarını almaktan da zerre miktar geri durmamalıdır; bu anlamda gerekirse ilgili müttefiklerin kamuoyları bile ikna edilmelidir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin yapması gerekenlerden ikincisi: Türkiye, Suriye ile olan 877 (900) kilometrelik sınırın tamamı boyunca ve 100 kilometre derinliğe inecek şekilde bir ‘güvenli bölge’ oluşturulmasını talep etmeli; yaklaşık 90 kilometre karelik bir ‘uçuşa yasak bölge’ alanını kapsayacak olan bu coğrafyada, Türkiye’ye gelmiş ve gelecek olan yaklaşık 4 milyon kişinin barınabileceği bir yerleşim alanının kurulmasının teminini de şiddetli bir şekilde istemelidir. Halbuki, Türkiye-Suriye sınırının tamamını kapsamayan bir güvenli bölge oluşturmanın Türkiye’ye hiçbir faydası olmayacağı gibi, bugünkü kötü niyetli operasyonların daha da artarak sürmesine bile kapı aralayabilir. O nedenle, söz konusu kapsamlı güvenli bölge ve yerleşim alanı ile uçuşa yasak bölge ilanının gerçekleştirilmesi noktasında en küçük bir karşı çıkış ya da ihmalkârlık tespit edilmesi halinde, Türkiye, tüm Suriye ile Irak’tan gelebilecek 10-15 milyon kişiye varabilecek olan mültecilerin Avrupa Birliği (AB) sınırlarından içeriye girebilmeleri/geçebilmeleri için, Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna sorunsuz bir biçimde seyahat edebilmeleri için kolay ulaşım koridoru açacağını tüm dünyaya ilan etmelidir. Böylece AB’nin kendisi, NATO üyelerinin tümü ile İsrail’i, Türkiye’nin ‘kapsamlı güvenli bölge ve yerleşim alanı’ projesinin (Tampon Bölge Projesinin) uygulamaya koyulması noktasında ikna etmeye mecbur kalacaktır.
Diğer yandan, Türkiye, bizzat Batılı müttefikleri tarafından, “PKK terörü ve PYD müttefiki” çelişkisine düşürülmüş olması nedeniyle ciddi anlamda şaşkınlık, bocalama ve açmazlar yaşamaktadır. Hakikaten Türkiye, bizzat üyesi olduğu NATO ve aslında ABD tarafından öylesine bir kördüğüm içerisine düşürülmüştür ki, yaklaşık 35 yıldır Türkiye’yi meşgul etmek için kullanılan PKK terör örgütü, neredeyse bizzat Türkiye tarafından, ne olduğu belirsiz IŞİD’e karşı bir güvence unsuru gibi görülmeye başlanacakmış gibi bir tablo ortaya çıkmaya başladı. Hakikaten ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon güçleri tarafından öyle bir sistem kurulmuş ki; Kuzey Irak’ın Kandil bölgesine kaçan ya da orada yaşayanlar terörist ve tabi oldukları örgüt olan PKK bir terör örgütü gibi değerlendirilirken; Kuzey Suriye’nin Kobani gibi bölgelerine geçen aynı kişiler halk kahramanı ve tabi oldukları örgüt olan PYD ise ABD’nin yakın müttefiki kabul ediliyor. Böylesine bir saçmalığı ve yaman çelişkiyi normal bir durum gibi gören ya da kabul eden her kim olursa olsun, bugün olmasa da ileride mutlaka tarihin kara sayfalarında ibretlik bir duruma neden olanlar şeklinde değerlendirmelere konu edileceklerdir.
Bir başka şekilde düşünelim: Türkiye’nin maruz kalmış olduğu bu terör yapılanmalarını meşrulaştırıp yine Türkiye’ye karşı kullanıp ülkeyi parçalama peşinde koştuğu izlenimi oluşturan ABD, aynı durumla karşı karşıya bırakılmış olsaydı ne yapardı? Peki, ABD liderliğindeki uluslar arası toplum, niçin Suriye-Irak birleşik cephesinde milyonların perişan edilmesine neden olan operasyonları sürdürüyorlar? Tabii ki terörizmle mücadeleyi bahane ederek!!!
Kendi ürettikleri uydurma terör örgütlerini bahane ederken Türkiye’yi bile karıştırmaya cesaret eden bu küresel güçler, söz konusu Türkiye’nin terörle mücadelesi olunca, Türkiye’ye destek olmalarından vazgeçtik, Türkiye’nin başına bela ettikleri yazılıp çizilen gerçek terör yapılanmalarını bile meşru örgüt haline getirebilmek için her türlü hile, aldatma ve baskıyı kullanmaktan hiçbir şekilde kaçınmamaktadırlar. Bu koşullar altında şimdi kime, nasıl güveneceksiniz?
Bu bağlamda, Türkiye’nin yapması gerekenlerden üçüncüsü: Bu zamana kadar toplanmış tüm kanıtlar ve bundan sonra yapılacak kapsamlı istihbarat çalışması neticesinde elde edilecek diğer somut delilleri içeren kapsamlı dosyalar ile bu konularda her bakımdan güvenilebilecek ekipler eşliğinde ivedi bir şekilde hem PKK, hem PYD, hem PJAK, hem ASALA, hem IŞİD ve hem de Batılıların perde gerisinde destek verdiği yazılıp çizilen diğer terör örgütleri NATO ve NATO üyesi ülkelerle birlikte masaya yatırılmalıdır. Artık daha fazla kaçak güreşmekle, sözlü uyarılarda bulunmakla, kapalı kapılar ardında yalvarışlı yakınmalarla, göstere göstere oynamakta oldukları terör oyunlarına sessiz kalmakla ve gizli anlaşmaların keyfi bir şekilde aleyhimize yorumlanmaları karşısında kifayetsiz kalmakla zaman kaybedemeyiz. Bunun yanında, Batılı ülkeler ile sürdürülecek olan bundan sonraki ittifak ve ikili ilişkilerimizde artık ‘asimetrik denge’ ilişkileri terk edilmeli ve mutlaka ‘simetrik denge’ ilişkilerine göre hareket edilmelidir. Sayın Cumhurbaşkanımızın sıklıkla altını çizmiş olduğu ‘kazan kazan politikası – win win policy’ de zaten simetrik denge ilişkilerinin ilk ve en önemli basamağıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.