Televizyon haberde: Demirel konferansı
Üniversite konferans salonunda Demirel konuşuyor. Öğrenciler üçer-beşer çıkıyor. Spiker, yalnız protokolün kaldığını söylüyor. Oysa, konuşmacı, deneyimli bir hatip. Ve herkesi yakından ilgilendiren “yaşama sevinci”nden söz ediyor. Protestoya benzer toplu bir terk ediş de yok. Salon niçin boşalıyor?
Bu olayı, düşündürücü hüviyetiyle burada düğümleyelim. Demirel’den ayrılıp genele bakalım. Eskiler, “malayani” yani boş, faydasız şeylerle vakit kaybına karşı. Akıl da bunu onaylıyor. Çok televizyon kanalı olan ülkelerden biriyiz. Ve bir kısım ekranlar, “malayani ticareti” yapıyorlar. Hatta, “Ahlak” diyor, ahlakın paradigmalarını yıkmaya uğraşıyor. “İlim” diyor, kapıyı maymunluğa açıp, insanlıktan uzaklaştırmaya çalışıyor. Ömürden zaman çalan programlarla, bir fasit dairede ömür tüketiyorlar. Birçok kimse, deneye deneye artık “Leb demeden leblebiyi anlama”ya başladı. Konuya girişten, netice görülüyor.
Hikaye: İyi niyetli kral, ülkesinin en alimi olmak ister. Okumak gerek. “Bütün kitaplardan toplatıp getirin!” der. Odalar dolusu kitap. “Ömür yetmez. Özetleyin!” Bir oda dolusu özet. Madem oluyor, bir daha özet… Bir daha… derken tek cümle: “Öğrenmek için okumak lazım.” Kral: “Zaten bunu biliyorum”. Konferans izleyen, dönüp dolaşıp bildiği yere gelmek değil, yeni bir şey öğrenmek istiyor.
Hele bazen böyle soyut konularda, giderek merkezden uzaklaşılıyor. Gerçek kaybedilip, batağa saplanılıyor. Yaşama sevinci, “Ağlama ağlat, sonra zehrolur bu tatlı hayat” türküsü mantığıyla doğmaz. Yürekte doğacak bu sevinç, herşeyden önce yürek istiyor. Çünkü kalp, sevgi evidir. Kin kalbi öldürür. Darbeci, tetikçi, maskeli kimsede yaşam sevinci, çölde ırmak aramaktır. Vicdan, irade ve sorumluluk sahibi olmadan insan olmanın, insan olmadan yaşama sevinci tatmanın imkanı yoktur.
Gülme, eğlenme, zevklenme gibi şeyleri, yaşam sevinci gibi göstermek ve yaşam sevinci doğuran iklim olarak değerlendirmek yanılgıdır. Bu yanılgı materyalizmin çıkmaz sokaklarından biridir. Ölümü, yok oluş olarak gören yürek, sevinçten hayat inşa edemez. İşin değeri, sonucuyla ölçülür. Başkasının arsasına dillere destan bir saray inşasına çalışan kimse, bir gün mal sahibinin yıkıp yok edeceğini kesin görüyorsa, yaptığı neye yarar? Ömür, en büyük servet; ama imanla ölüm yıkımının ötesine geçebiliyorsa. Ufku bu dünya ile sınırlı kimsenin, önünde ölüm dururken, gafil davranıp görmeme telaşıyla çırpınmasına, yaşam sevinci denebilir mi? İnsan, kendini zor aldatır. Sahtekarlıktan yaşam sevinci çıkmaz.
Yaşama sevinci, iman, irade, heyecan ve ebediyetle mümkündür. Görüntü ve gölge oyunu değildir. Hikaye: Psikoloğun muayenehanesinin yakınına büyük bir sirk kurulmuş. Hastasını dinler, çok dertli. “Şu sirkte harika bir palyaço var. Güldürmekten kırıyor. Dert, keder bırakmıyor. Üç-beş gün ona git, rahatla. Sonra gel konuşalım” deyince; hastası, “O palyaço benim” diyor.
Yaşama sevinci, Yunus’a, “Ballar balını buldum; -Kovanım yağma olsun”; Fatih Sultan Mehmet’e, “Bize farz olmuş iken olmamız İslâm’a zahir, -Nice bir oturalım bunca günahı çekelim” dedirten; örtülerinden dolayı okuma hakları alınarak yad ellere sürülen kızları başarıyla döndüren, iman, ahlak, irade, azim ve fedakarlıkların meyvesidir. Ölümsüzlüğü yakalamadan, gerçek bir yaşama sevincinden bahsetmek, kendini avutmaktır. Ölümle yolu kesilen bir sevincin kendi yaşamı tehlikededir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.