Viyana ve G20’den Sonra…
Seçimler öncesinde de defalarca Suriye konusunda şu değerlendirmeyi yapmıştım: Suriye’de taraflar eninde sonunda kurulacak masada güçlü olmak için sahada ‘oldu bitti’ operasyonları yapıyorlar, silah sevkiyatlarını kontrol edip arazideki aktörlerin sınırlarını ve rotasını tayin etmeye çalışıyorlar, istihbarat unsurlarıyla sahayı manipüle ediyorlar, kendilerine ayak bağı olacak güçleri zayıflatıp ABD ve Rusya’nın büyük oranda anlaşıp uyguladığı, İran’ın ve İsrail’in menfaatlerine halel getirmeyen ama orta ve uzun vadede Türkiye’nin önünü kesmeyi amaçlayan ‘büyük plan’ın küçük taşlarını döşüyorlar; Türkiye ise siyasi belirsizlik ve terör tehlikesinden dolayı dışa dönük inisiyatiflerini bu süreçte frenledi, 1 Kasım sonrası ezber bozucu ve oyun değiştirici inisiyatifler alabilir, almak zorunda kalabilir.
Bu analizin bir çok unsuru gün geçtikçe daha da belirginleşip gerçekleşiyor…
Aslında Türkiye, en yetkili makamlar vasıtasıyla, DAEŞ’e karşı yapılan hava operasyonlarının kara harekâtıyla desteklenmediği müddetçe başarılı olamayacağını, askeri operasyonların DAEŞ’le birlikte Esed’e karşı da yapılması gerektiğini birçok zeminde ve en yüksek sesle dillendirdi. Ancak gerek bölgesel aktörler gerekse küresel odaklar statükonun değişmesine bugüne kadar onay vermediler. 400 bine yakın insanın katledilmesi bile bu çevreleri “Esed gitmeli!” çizgisine getiremedi bugüne kadar. Son yüzyılın en büyük insani felaketi ve hareketliliği yaşandığı halde insani yardım koridorlarının açılması ve uçuşa yasak bölge tesis edilmesi için harekete geçmedi Batılı ülkeler. Mülteci krizinin Avrupa kapılarına dayanması ile telaşlanan eski kıtanın kartografik zihniyetli politikacıları Rusya’nın oyuna sert bir şekilde dahil olmasıyla tetiklenen yeni mülteci dalgaları karşısında hayli şaşkın duruma düştüler.
Bu durum, Türkiye’nin yıllardır dillendirdiği tezlerini haklı çıkarttı fakat Türkiye’nin haklılığı kadar sahada istediklerini yapacak seviyede inisiyatif alamıyor olması, hatta kuzey Suriye’den gelebilecek muhtelif tehdit ve tuzaklara karşı korunmasız ve açık olması iç siyasi dengeleri de etkileyecek boyutlara ulaştı. Bir yandan Türkiye’yi DAEŞ’le yan yana göstermek isteyen uluslararası lobi ve yerli taşeronları, öte yandan DAEŞ ve PKK/YPG’yi kullanarak Türkiye’nin iç siyasi istikrarını tehdit etmek şeklindeki iki ayaklı saldırı ülkenin iç enerjisini tükettiği gibi bölgede oyun kurucu olmasını da engelledi.
Bu durumu fırsata dönüştüren ve bölgedeki siyasi kaos ve vakumdan en çok ‘istifade’ eden ülke ise ABD, İsrail, İran ve Esed rejimi ile koordineli çalışan Rusya oldu. Rusya, hem kanlı operasyonlar yaparak DAEŞ bahanesiyle yüzlerce muhalif ve sivili katletti ve Esed’e cansuyu verdi hem de Viyana sürecini başlatarak ekonomik maliyeti yüksek ama diplomatik olarak kazançlı bir süreç başlatarak proaktif bir rol üstlendi. Krizi derinleştiren Rusya müdahalesi ve Putin’in hibrid savaş taktikleri sadece masadaki Rus pozisyonunu güçlendirmekle kalmadı, Suriyeli muhaliflerin olmadığı Suriye toplantılarında Suriye halkının tarafında olan Türkiye’nin elini de zayıflattı.
İlk iki Viyana zirvesinden somut bir netice alınamadı, muhtemelen üçüncüsü de benzer şekilde sonlanacak ve akabindeki G-20 zirvesinde ana gündem ekonomi olsa da Suriye krizi görüşmelerin eksenini belirleyecek.
Küresel güçler Suriyelileri hesaba katmadan sonu gelmeyen toplantılarda Suriye’nin geleceğini tartışırken kışı karşılamaya hazırlanan mazlum Suriyeliler ölmeye devam edecekler…
Türkiye, bugüne kadar sürdürdüğü ilkeli Suriye politikasını yeni ve etkili mekanizmalar kurarak geliştirmek ve proaktif hamlelerle oyun kurucu olmalı artık.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.