Davutoğlu ve Kâtip Çelebi’den Yazı Dersleri
Son bir yılda ders verdiğim iki bini aşkın talebeye Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kitaplarını özellikle okutup müzakeresini yaptırdım. Bir kitabın ise özellikle önsözünü her vesileyle tavsiye edip okumalarını temin ettim. Bize ‘okuyan gençlik’ lazım, buna şüphe yok ama ‘yazan gençlik’ daha çok lazım…
“İnsanoğlunun zihnî birikimi üç temel sütun üzerinde yükselir: Tefekkür/düşünce, konuşma ve yazı.” diyen Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, bu üç önemli fiilin farkını, orijinal bir üslupla şöyle izah ediyor: “Özne, muhatap ve hal arasındaki ilişki açısından bakıldığında konuşma belli bir muhataba var olan bir konjonktür içinde ulaşma çabası iken, yazı muhatabı mümkün olduğunca çeşitlendirme, konjonktürü de derinleştirerek geleceğe yayma çabası olarak görülebilir. Konuşma, konuşmanın seyrettiği âna ve muhatabın zihnine kayıt düşürme çabası iken, yazı tarihe ve bilinmeyen muhatapların zihnine kayıt düşürme çabasıdır. Konuşmada anlık etkiye dayalı bir iletişim, yazıda kaydetmeye dayalı sürekli iletişim öne çıkar. Bu açıdan bakıldığında tefekkür her an atışa hazır bir şekilde yayda gerilmiş şifa taşıyan bir oktur. Konuşma bu okun belli bir konjonktürde belli bir hedefe doğru salınması, yazı ise her an değişebilir konjonktürlerde sayısı belirsiz hedeflere yönelmesidir.”
Buradaki ok-yay benzetmesini tamamlamak için şu paragrafı da okumak gerekecek: “Yayı geren özne ne kadar hazırlıklı ve iradeli ise okun konjonktür ve hedef üzerindeki tesiri de o derece güçlü olur. Bu tesir gücü aynı zamanda öznenin sosyal sorumluluk alanıdır. Zihninizde sizin için zararsız, ya da son derece faydalı ve gerekli duran tefekkür unsuru, konuşmanın ya da yazının muhatabı için zehre dönüşen bir ilaç halini alabilir.” [Vurgular bana âit, C.İşbilir] (Küresel Bunalım, s. V-XIII, Küre Yay., İstanbul, 2002)
KÂTİP ÇELEBİ VE KALEM
Kâtip Çelebi de bundan yaklaşık beşyüz sene önce “kalem”e dair çok câlib-i dikkat ve keyif verici bir yazı kaleme almış. Gelin birazcık maziye nazar edip, hâlimizi sorgulayalım ve müstakbeli aydınlatmaya çalışalım: “Kalemler, söz ordularını donatırlar. Bu kalem olsa olsa Musa’nın, sihirbazların bütün yaptıklarını yutan asâsıdır. Bu asâda nice hâcetler vardır ki, gözlüler bundan faydalanırlar. Bununla sert taşlara vurulduğu zaman yer altında kaybolmuş olan tatlı suyu ile o taşlar, onun seslenmesine cevap verir; yahut dağlar yarılıp sularını akıtır; bununla denize vursan deniz kurur.
Safiyyü’l Hillî demiştir ki, insanların akılları kalemlerinin ucundadır; ezberleyenin ezberlediği hafızasından kaçar gider, halbuki yazılan kalır. İlim bir avdır onun kösteği yazmaktır; sen avlarını yerinden kımıldamayan dağlarla bağlamaya bak; bir dişi ceylan yakalayıp da onu boşanmış kadın gibi bırakmak ahmaklıktır.
Öyle bir kavim ki, düşmanlığını gizli tutan bir düşmandan korktukları zaman kanlarını kılıçla değil, kalemlerini ucuyla dökerler. Kalemin mürekkebiyle öyle bir vuruşu var ki, kılıcın şarabından, yani döktüğü kandan daha keskindir. Harap olup gitmeyecek bir yazar yoktur; onun elinin yazdıkları dünya durdukça durur. Ellerinle kıyamette gördüğün zaman seni sevindirecek olan şeyden başkasını yazma!
Bazıları kalem hakkında, bilmece yollu şöyle demişlerdir:
İnce karınlı ve boş böğürlü biri başka birinin göğsü üzerinde (makta ) kesilmiş; kendisi dilsiz olduğu hâlde, dili olan birine tercümanlık eder; ömrü uzun olduğu hâlde, sen onu kısa görürsün; kendisi söz söylemediği hâlde belâğat sahibidir.
Başka bir şair dediyor ki: Kendisine vahyedilen şeyde dirayeti vardır, hâlbuki kendisinin dili yok, kalbi yok ve işitmez de. Parmakları kendisini harekete geçirdiği zaman o, sahibinin sırrını bilir de yazar.
Yine başka bir şair de şöyle demiştir: Hâlden hâle girer, secde eder, rükûa varır; kördür ama görür, göz yaşları akar; vakltinde beş vakti kılar, daima Bâri’nin (yani kendisini yontanın; burada Bâri kelimesinin hem Allah, hem de yontan mânâsından faydalanılmıştır.) taatine çalışır çabalar.”
“KALEM’E YEMİN OLSUN!”
Aslında ‘kalem’in ve ‘yazı’nın önemini anlamak için Kur’ân’a bakmak bile yeterlidir. İlk emri “Oku!” olan kitabımızda başlı başına bir surenin adıdır ‘Kalem’ ve Yüce Yaratıcı “Kalemle Yazmayı Öğreten”dir.
Bendeniz de kaleme ve yazdıklarına andolsun kalemimi hep Hak ve hakikat için kullandım. Yirmi yıldır sürdürdüğüm yazı hayatımda kuvvetlinin değil, haklının yanında olmaya, kim ne derse desin ülkemiz ve İslam Dünyasının menfaatlerini dilim döndüğünce savunmaya gayret ettim.
Bundan sonra da bu anlayışla kalemimi kullanmaya devam edeceğim inşallah; bazen kılıç gibi keskin, bazen ilaç gibi şifalı…
Selametle kalın efendim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.