Beşikten Mezara Kadar İlim Tahsil Ediniz
Aksiyonumuza yön veren üç Hadîs-i Şerif’ten birincisi “İlim öğrenmek kadın-erkek her Müslüman’a farzdır” Hadîs’i idi. Bu yazımızda da başlıktaki Hadîs’ten bahsedeceğiz.
Bu Hadîs’i açıklamadan evvel bir kısım okuyucu yorumlarına cevap verelim. Bir okuyucu “Nükleer silah acaba helâl mi?” diye sormuş. Fetva makamı değilim lâkin bu hususta katî suretle eminim ki Türkiye’nin nükleer silaha sahip olması sonuna kadar helaldir, hakdır, meşrudur, elzemdir.
Nükleer silaha sahip olmaktaki gaye bu yıkıcı gücü kullanmak değil, atom bombasının caydırıcılığından istifade etmektir.
Bugün dünyada nükleer silaha sahip yirmi küsur ülke içerisinde tek Müslüman ülke Pakistan’dır. Bu silaha sahip diğer bütün ülkeler Türkiye’ye alenî yahud zımnî hasım olan devletlerdir. Hal böyleyken devletimiz nükleer güce yatırım yapmalı mı diye sormak dahi akıl tutulmasıdır.
Pakistan ülke itibariyle Türkiye’nin oldukça gerisinde bir ülkedir. Vatandaşının çoğu açlık sınırının altındadır. Buna rağmen atom bombası üretmişlerdir. Şayet Pakistan nükleer güce sahip olmasaydı Keşmir meselesinden dolayı kendisinin altı katı büyüklüğünde nüfusa sahip olan Hindistan’ın hışmına uğrardı.
Türkiye’nin dış tehdidi Pakistan’dan daha büyüktür. Filistin diyarına kama gibi saplanmış İsrail’in elinde dahi nükleer silah varken Türkiye’nin bu silaha sahip olmaması kabul edilemez.
Öte yandan enerji açığı olan Türkiye, Akkuyu Santralini faaliyete geçirebilseydi 15 milyon nüfusun ihtiyacını karşılayabilecekti ki bu aşağı yukarı İstanbul’un nüfusuna denktir.
Bir başka okuyucu ise “İlim göğü mü bilmek yoksa kendini mi bilmek?” diye sormuş. Elbette ilim öğrenmenin gayesi kendini bilmektir, peki bu süreç nasıl işleyecektir?
Şanlı Peygamberimizin (aleyhisselam) şöyle bir duası vardır: “Ya Rabbi, bana eşyanın sırlarını aç!”
Bu Nebevî duadan hareketle şunu ifade edebiliriz: İnsanoğlu eşyada Allah’ın yaratma san’atını bulacaktır. Zerredeki (atom) kudreti görecek ve Aziz Allah’ın bir atom parçasına ne derece büyük bir güç yüklediğine şahit olacaktır. Tasavvufî tabirle eserden müessire geçecektir.
Fezayı araştıracak, göğün genişlemesini, nihayetsizliğini öğrenecek ve aslında şu koskoca âlemde insanoğlunun bir nokta mesabesinde olduğunu idrak edecektir.
Yani insanoğlu, şu muazzam nizamı halk eden Allah’ın azizliği karşısında kendisinin ne kadar çaresiz, ne kadar muhtaç, ne kadar aciz olduğunu anlayacaktır. Bir yerde kendini bilecektir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendinin “Marifetnâme”sinde Hüccet’ül İslâm İmam-ı Gazalî Hazretlerinden nakille şu ifade geçer: “Astronomi ve anatomi ilimlerini bilmeyen Allah’ı tanımaktan acze düşer”. Aynı sayfada Mevlana Seyyid Şerif’in (rahmetullahi aleyh) şu ibretâmiz sözleri de mevcuttur: “Astronomi ilmi, semavatın ve arzın halk edilişini tefekkür edenler için mutlak Sâni olan Allah’ı tanımakta ne güzel yardımcıdır!” (Mârifetnâme, shf:63)
Bu yazdıklarımızdan sonra göğü bilmenin hikmeti daha iyi anlaşılır inşaAllah.
İslâm’da tedrisat ana karnında başlar kabirde son bulur.
İnsan beyni çalıştıkça açılır. Arzda Allah’ın halifesi olmaya namzed olarak halk edilen insanoğluna Rabbimiz muazzam bir istidad vermiştir. Bu istidadı hakkiyle kullanmasını bilen insanoğlu müthiş bir terakkiyat gösterebilir.
Bu hususta kıymetli İslâm âlimi Mutasavvıf İsmet Akçal Beyefendi şöyle söylemektedir: “…Terakkiye olan meylin, yaradılışında sârî (sirayet eden) bir ruh hâlindedir. İnsanı yaratan Allah, ruha bu şevki veren Allah’tır. Böylece insanı daima bir terakkiyat için yaratmıştır, insanı buna mecbur kılıp, mukadder etmiştir. Bunu idrak eden milletler, cemiyetler, insanlar yükselmiş, ilerlemiş, çağdaş olmuştur. İdrak edemeyen milletlerin, dar çerçeveyi kıramayan cemiyetlerin ruhunda o şevk yok olmuş, o şevk onun ruhundan uzaklaşmış… Kimi sapıtmış; Batının kuyruğu olmayı, onlara benzemekle kurtulacağını sanmayı şevk edinmiş, bu şevkin sevki onu ruhundan, töresinden, imanından, milliyetinden uzaklaştırıp bir uydu, bir hilkati garibe yapmıştır.”
Bütün bunlar “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz” Hadîs’inin aksetmesidir.
“Büyük Türkiye Rüyası”nı hakikat haline getirebilmek için, yeniden çağ kapayıp çağ açabilmek için, bütün dünyada itibarlı bir devlet olmak ve bu sayede Doğu Türkistan’dan, Halep’e, Filistin’e kadar mazlum ve mağdur soydaşlarımızın, dindaşlarımızın yaralarına sarmak için bu ve benzeri Hadîsleri bir düstur-u azîm edinmemiz şarttır.
Allah nasip ederse üçüncü Hadîs-i Şerif’i diğer yazımızda açıklayacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.