Muhalefet bir fırsattır
Yolsuzluk iddialarıyla ilgili son tartışmaların bir “temiz toplum” idealinin gerçekleştirilmesine hizmet etme gayesi olmadığı çok açıktır, ama benim yine de bu tartışmaların sonucunda toplumun bütün kurumlarıyla daha fazla arınma, şeffaflaşma yönünde bir mesafe kat edeceğine dair bir iyimserliğim var.
Bu iyimserliğim tarafların aslında her türlü etik kuralı sadece muhaliflerini köşeye sıkıştırmayı sağlayan basit bir enstrümandan ibaret görmelerine rağmen sürüyor.
Ak Parti'ye karşı bu süreç içinde sürdürdüğü muhalefeti laiklik ve kronik rejim krizleri ekseninden yolsuzluk eksenine kaydıran CHP'nin, yolsuzlukla mücadeleyi de giderek yine aynı ideolojik eksene oturtma gayretleri olmasa bu sürece ciddi bir katkısı bile olabilir.
Ne yazık ki CHP bu katkıyı vermektense “temiz toplum” idealini gündelik siyasetin alabildiğine peşin ve ucuz kazançlarına tamah ederek harcıyor. Yolsuzluğun üzerine gitmek adına kanıtlanmamış iddialara dayalı yolsuzluk senaryoları yazıp işi olduğundan fazla abartmak toplumda olmadığı kadar bir yolsuzluk görüntüsünün ortaya çıkmasına yol açabiliyor. Bu görüntünün en olumsuz etkisi toplumda güven duygusunun tamamen yitip gitmesi ve kötülüğün bir toplum normu haline gelmesine katkıda bulunmasıdır. İnsanların hiç kimseye güvenilemeyeceği duygusuna sürüklenmesi başlıbaşına büyük bir moral afettir.
CHP'nin temiz topluma katkısı ne yazık ki kendisinin temizliğinden kaynaklanmıyor. Keşke böyle olabilseydi, o zaman tabii ki bu süreç içinde yolsuzlukların hesabını sorarak temiz bir topluma ulaşmakta katkısı çok daha fazla olabilirdi. Oysa bugün hem kendi yolsuzluk performansı ve sicili, hem de her yolsuzluk söylentisinin peşine düştüğünde sergilediği şehvet, nihai amacının yolsuzluğu ortadan kaldırmak değil, yolsuzluğa ortak koşmak olduğu izlenimi veriyor. Bu da temiz toplum idealini gerçekleştirecek sürecin bereketini epeyce kaçırıyor tabi.
Deniz Feneri hadisesinin üzerine gitme tarzı bu bereketsizliğin somut olarak hissedildiği bir alan oluşturuyor. Bu konudaki muhalefeti toplumda tartışılmaz bir gerçek olan yoksulluğun çözümüne bir katkı sağlamadığı gibi, yardım almaktan başka bir yolları olmayan insanların belki de tek beslenme kanallarına kast ediyor.
Yine de bu sürecin sonucunda toplumda hesap verebilirliğin artırıldığı, insanların, Allah korkusu yetmiyorsa bari oluşan denetim mekanizmalarıyla şeffaf bir faaliyet alanına yönelmesi toplumdaki bu tür mekanizmaların çalışmasıyla sağlanıyor. Türkiye bütün kurumlarıyla hızla modernleşen bir ülkedir. Modernleştikçe ilişkilerin ve faaliyet biçimlerinin de şahsi ve karizmatik performans alanından giderek daha gayr-ı şahsi bir standarda kavuşması kaçınılmaz oluyor.
Arkadaşımız İbrahim Karagül'ün TV-NET'te sunduğu İnterpolitik isimli programın bu haftaki konuğu Türkiye'nin en güçlü sivil insani yardım kuruluşu İHH'nın başkanı Bülent Yıldırım'dı. Yıllardır dünyanın her yerine ulaştırdığı insani yardımı, içine yardım edenlerin en saf niyetlerini, ruhlarını ve heyecanlarını da katarak dağıtan İHH'nın hem Türkiye'nin hem Müslümanların yüz akı bir kuruluş haline geldiğini, bu kuruluşun faaliyetlerini izleyen herkesin teslim ettiği bir gerçek. Başkan Yıldırım'ın anlattıkları sadece kuruluşun göz yaşartıcı devasa faaliyetlerini değil, aynı zamanda bir şeffaflığıyla, güvenilirliğiyle örnek bir kuruluş hakkında da büyüleyici bir tabloyu ortaya koyuyor. Örneğin, İHH'nın, üstlendiği yardımları, sadece yardım edenlerin niyet ve amaçları doğrultusunda dağıtması ve kuruluşun da bütün faaliyetleriyle sadece amaçları doğrultusunda çalışması konusunda olabilecek en ileri denetleme ve şeffaflık mekanizmasını zaten tesis etmiş olduğunu öğreniyoruz ondan.
Bu devasa büyüklükteki faaliyetlerin geleneksel anlamda kişisel güven temelinde sürdürülmesi zaten artık mümkün değil. Kaldı ki İslami gelenek içinde de güven esas olsa da bir hesapsızlığı fark ettiğinde gerekirse kendi devlet başkanından (Hz. Ömer'den) hesap sorabilen müminlerin örnekleri de meşhurdur.
Bu mekanizmaları kurmak için kuşkusuz Müslümanların kendi referansları veya motivasyonları bir hayli güçlüdür, ancak bir takibat ve denetlenebilme duygusunu da en güçlü bir biçimde varsaymak, hissetmek, kurumların kalite standardını yükseltici bir etken olabilir. CHP veya diğer muhalefetin bu ulvi niyetleri olmasa da, yaptıklarının hayırlı bir sonucu bu olabilir.