Mustafa Güçlü

Mustafa Güçlü

Mehmet Akif Ne Demişti?

Mehmet Akif Ne Demişti?

 

Medeniyetin meydana getirilmesinde ilim, fikir ve sanat adamlarına çok iş düşmektedir. Zaten eğer bir millet, bu şahsiyetleri yetiştiremiyorsa, ortaya medeniyet koyamaz ve başka milletleri takip etmekten başka çıkar yolu da kalmaz. İslam âlemi bugün geçmişte olduğu gibi dünyaya hâkim olacak bir medeniyeti ortaya koyamamaktadır. Bunun nedeni de işte bu bahsettiğimiz öncü konumundaki ilim, fikir ve sanat adamlarının yeteri derecede yetiştirememesi ve yeri boşalmış olanlarında yerinin doldurulamamasıdır.

Peygamberimiz Hz Muhammed (s.a.v) “Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir” diyerek, âlimin toplum içindeki konumunun ne kadar önemli olduğuna işaret etmiştir. Zira âlimler hakikati tebliğ ve irşat yönünden peygamberlerin varisleridir. Onlar hakikati yaşayarak tebliğ ederler. Gönülden konuşurlar ve kelamları gönüllere ulaşır. İşte şu andaki sıkıntı bu insanların yeteri kadar yetiştirilememesidir. Bu durumun sonucu olarak, bugün dünyaya, sözde medeniyet diye takdim edilen sömürü esasına dayalı düzenler hâkim olmaktadır. Hâlbuki milletimizin kendi orijinal üslubuyla ortaya medeniyet koyduğu zamanlarda, dünyamıza barışın, huzurun, adaletin ve hoşgörünün hâkim olduğu herkesin ittifakla kabul ettiği bir gerçektir.

********

         Gönlümüzde hakka ve hakikate açılması gereken penceremizin aralanarak, nur ve feyizle dolmasına, buradan aldığımız güçle de akılımızı kullanarak, ortaya bizim olan yeni bir medeniyet koyacak hamleyi gerçekleştirmemize vesile olmaya çalışan ve

“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok ki kalbimin, ondan ne kadar bizarım! 
Oku şayet sana hisli bir yürek lazımsa 
Oku zira onu yazdım, iki söz yazdımsa”

diyerek bu yolda çektiği çileyi izhar eden, merhum Mehmet Akif Ersoy, yüreğini bu ülke insanı ile bütün inananlara açan bir gönül adamıdır. Avrupa Medeniyetine dâhil olmak için nelerin yapılmadığı şu günlerde, her zamankinden daha fazla idrak etmemiz gereken şeyleri, yıllar önce dile getiren bu gönül adamının ifade ettiği hakikatleri, bugün zikretmemizin üzerimize bir görev olduğu kanaatindeyim.

********

Zamanın ve mekânın daraldığı adına da küreselleşme dendiği çağımızda, değerlerimizin tersyüz edilmeye çalışıldığı açık bir şekilde ortadadır. Bu açıdan büyük mütefekkirimizi yâd ederken, onun medeniyet hakkındaki görüşlerinin ne olduğunun tarafımızdan ifade edilmesi kaçınılmaz bir mükellefiyetimizdir.

Akif’in, tarifini yaptığı medeniyet anlayışının temeli dine dayanmaktadır. Yani İslamiyet’e. Hak ve hakikat çizgisinin dışında oluşmuş ve medeniyet adı verilmiş oluşumları ise tek dişi kalmış canavar olarak adlandırmıştır. Fakat Akif, insanlık tecrübesini evrensel olarak kabul ettiğinden dolayı eğer Batı’nın alınması gereken yararlı değerleri varsa, bunların çok iyi tetkik edilerek alınmasını da tavsiye etmiştir. Buna en iyi yapan ülke olarak da Japonya’yı göstermiştir. Evet, Akif, Garptan alınması gerekli olan değerlerin varlığını kabul etmiştir. Fakat bunun yaparken milli kimliğimizden taviz vermeden yapmamızı istemiştir.

“Alınız ilmini garbın, alınız san’atını;
Veriniz hem de mesainize son sur’atinizi

Akif bu mısralarıyla millete seslenerek, değişmeyecek olan bir ölçüyü ortaya koymuştur. İşte bu ölçü milletimizin varlığının teminatının adıdır ki, İstiklal Marşımızın ruhu da bu ölçünün içinde vucud bulmuştur. Fakat tabiî ki bu bakış açısı emperyal değerler yoğrulmuş ve Akif’in de tek dişi kalmış canavar diye tarif ettiği medeniyet anlayışlarının işine gelmektedir.

*********

Bütün bunları ifade ettikten sonra ABD’nin derin devletinin basın sözcüsü gibi hareket eden Huntingtan’un cüretkâr bir edayla başka medeniyetleri, Batı medeniyetinin düşmanı olarak niçin ifade ettiğini daha iyi anlamaktayız. İslam medeniyetlerinin önünü kesecek taktikleri büyük bir ustalıkla sıralayan Huntingtan, özelikle Türkiye’nin, İslam medeniyetleri arasında yer almaması için çok değişik yollar önermektedir. Ayrıca Türkiye’nin Avrupa içinde yerinin asla olmadığını vurgularken, yine de taktik gereği -Cemil Meriç’in deyimiyle- içimizdeki mustagrip aydınların Batı’yı tercihlerinin desteklenmesini istemektedir. Bir toplumun medeniyet değiştirmesi için gerekli olan şartları ise şöyle sıralamaktadır: 1- İstek ortaya konması 2- Bunun toplum olarak kabul edilmesi 3- Girilecek medeniyet açısından mühtedinin kabulü…

Evet, ülkemizdeki insanımız açısından bunların hiç birisi yapılacak icraatlar değildir. Bundan dolayı Avrupa medeniyetine girmek için ölçüsüzce fikir beyan eden aydınlarımızı, bu fikirlerini Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklal Marşımızı yazarken içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi, kendilerinin de hissederek, çağdaş fikirlerini(!) bu doğrultuda tekrar gözden geçirmeye davet ediyorum. Gerçi eğer fikirlerini bu değerlendirmeden geçirmezlerse ne olur derseniz, kendileri kaybeder derim. Zira bu ülkede mustagrip aydın olmadan, halkın değerleriyle örtüşen fikirler üreten münevver aydınlar mevcuttur. Yenileri de büyük bir hızla kendilerini yetiştirmektedir. İşte Akif’in, bahsettiği “mahiyeti ruhiyemizden” beslenen bu aydınlar yeni bir medeniyetin inşasını inşallah sağlayacaktır.

Merhum Erol Göngör’ün ifade ettiği gibi “Medeniyeti politikacılar yaratmaz. Medeniyet, âlimlerle sanatkârların işidir.” siyasetçilerin yapması gereken alimlerin ve sanatkarların kendi medeniyet köklerimize dönerek çalışma yapacağı ruh iklimini ülke genelinde tesis etmektir. Yazımı Mehmet Akif’in mısralarıyla bitirmek istiyorum:
“Kendi ‘ mahiyeti ruhuye’ niz olsun kılavuz 
Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsuz.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa Güçlü Arşivi