Millet ve Milliyetçilik üzerine
İnsanların mensub olduğu millete meşru dairede duyduğu sevgi ve bağlılık fıtratlarının bir tezahürüdür. Bu tezahürün kavramsallaştırılması "milliyetçilik" olarak isimlendirilmiştir. Milliyetçilik üzerine zaman içerisinde o kadar farklı anlamlar yüklenmiştir ki, kimi zaman milletlerin birbirini ötekileştirirken kimi zaman ise birbirlerini tanımaları ve kaynaşmaları için kullanılan bir araç olarak algılanmıştır. Ancak tarih içerisinde değişmeyen tek şey ise insanların nazarındaki yeri ve önemi olmuştur.
Evrensel bir değer olan milliyetçilik, Batı'da iki mahiyette tezahür etmiştir. Birincisi, Fransız ulus devleti ile eşzamanlı olarak meydana gelmiş, kozmopolit, evrensel ve aydınlanma felsefesine dayanan medeniyetçi yapısıyla Fransız milliyetçiliği; ikincisi ise medeniyet olgusunu Alman kimliğine yabancı ve sunni gören romantiklerin benimsediği ve merkeze kültürü olarak medeniyet prensibinin reddine dayanan Alman milliyetçiliğidir. Fransız milliyetçiliği ne kadar "medeniyetçi" ise Alman milliyetçiliği de o kadar "kültürcü" bir gelişim göstermiştir. Avrupa'daki milliyetçilik bu iki damar üzerinden yürümüştür. Bu haliyle Batı'daki milliyetçiliğin politik ve sivil toplum gerilimi üzerine oturduğu gözlemlenmektedir.
Türk tefekkürü tarihi açısından kültür bir milletin hayatı ve yaşam tarzıdır. Medeniyet ise değerler ve inançların oluşturduğu sistemdir. Sosyal bünyeyi oluşturan müesseseler bu değer ve inançların bir ürünü olarak ortaya çıkar. Medeniyet, kültürün oluşmasına kaynaklık eden bir inanç ve ahlak nizamıdır. Kültür ve medeniyet kavramlarına bu perspektiften bakıldığında iki önemli medeniyet kaynağı göze çarpar: Hristiyanlık ve İslamiyet. Hristiyanlık medeniyeti, Batı'daki milletlerin kültürünün oluşmasına etki de bulunmuş, İslamiyet ise Türkiye'ninde içinde bulunduğu İslam milletlerinin kültürünün oluşmasına kaynaklık etmiştir.
Merhum Erol Güngör'ün ifadesi ile "bizim kültür dediğimiz şey medeniyetlerin cemiyete intikal ediş tarzı ve onlarca benimsenmiş şeklidir" ve "Türk milliyetçiliği modernleşmeyi milli kültür temeline dayayarak içtimai, iktisadi ve idari yapıyı ilim ve teknoloji ile kuvvetlendirme gayretidir." Göngör'e göre "milliyetçilik sadece bir doktrin veya dogmatik bir sistem değildir." Başka bir ifadeyle milliyetçileri fikri planda özgün ve özgür görüşleriyle birbirini tamamlayan mütemmim bir cüzün parçaları olarak görmeyerek emir komuta zihniyetinde yekpare bir bütünün parçaları olarak görmek milliyetçileri yeni yeni problemler karşısında sahip olunması gereken esneklikten mahrum edebilecek ağır bir sorundur.
Bugün çok çetin sorunlarla karşı karşıya kalan milletimizin bayrağına ve devletine sahip çıkıp tarih sahnesinde önder bir millet olarak yer alabilmesinin yolu,Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliğinin manevi temellerinin oluşturulmasından geçmektedir. Bu kapsamda milliyetçilik ne ırka dayanan ne de otoriter idari sistem olarak algılanan zihniyetten uzak sosyolojik kültür temelinde halka dayanan siyasi bir anlayış olarak görülmeli ve bir imkan olarak değerlendirilerek hayata geçirilmelidir.
Hatmi kelam olarak, Türk milliyetçiliği bu topraklar üzerinde çetin ve zorlu bir mücadele ile kurulmuş milli devletin siyasi birliğine sadakatle bağlanan vatandaşlarını birbirine kenetleyecek olan milli kültürü kuvvetlendirme davasının adıdır. İşte Türkiye'de sivil ve siyasal toplumun bu hedefi gerçekleştirmek için göstereceği gayret, Türkiye'nin dünyadaki milletler/devletler arasındaki konumunun neresi olacağı hususunda en belirleyici unsur olacaktır. Bölgemiz başta olmak üzere dünyanın süratli bir değişim içinde olduğu tarihi dönemeçte,Türk milliyetçilerinin ülkemizin istikbali adına ne kadar hassas bir sorumluluk içinde oldukları açık bir şekilde ortadadır.