Muhsin Başkan ile Geleceğe Bakış
Türk gençliğinin ve gençlik öncülerinin en kıymetli yıllarını hapishane zindanlarında işkence altında geçirmek zorunda bırakıldığı 1980’li yıllarda sivil toplum kavramı dünya ölçeğinde önemli bir yer tutacak şekilde gündeme geldi. Küreselleşmenin kendisine verdiği güçle sivil toplum kavramı bütün dünyayı etkisi altına alırken Türkiye’de bu gelişmelerden etkilendi. Zaten 12 Eylül darbesiyle ülkede demokrasi kesintiye uğramış, siyaset yapma alanı daralmıştı. Aktivetesini yitirmek istemeyen toplumsal oluşumlar için sivil toplum kavramı bir çıkış yolu oldu. Sosyal hayatta bir boşluğu ciddi manada dolduran toplumsal oluşumların, böyle bir hareket içerisine girmeleri bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır.
Ülkemizin demokratik gelişimi açısından meydana çıkan bu oluşumların asıl önemli yanı, siyasi mekanizmaların dışında, onların kontrolü altında olmadan, bireylerin kendi toplumsal haklarını koruyup, geliştirebilecek yapıları kurabileceklerini anlaşılması olmuştur. İşte sivil toplumun bu kendini keşfedişinin tekrar demokratik hayata geçiş sürecinden sonra siyasi hayat ve dolayısıyla devleti algılayış üzerine çok önemli tezahürleri olmuştur. Bu tezahürleri değerlendiren Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün “sivil toplum anlayışı, toplum kesimlerine farklılığı altın bir değer olarak dayattı, ama aynı zamanda uzlaşmayı, farklıkları bir arada meşru gösteren bir çerçeve olarak sundu. Özellikle 1980-90 arası bu anlayışın yayılması ivme kazındı. 1980 öncesinin ‘sağ-sol’, ‘kominist-mukeddesatçı’ gibi siyasal dikotomilerinin –birbirinin zıttı olan anlayış içeriklerinin- yerini farklılıktan ve tek düzelikten yana olmak üzere, sırasıyla ‘sivil toplumcu’, ‘devletçi’ dikotomisi aldı. Fakat aynı zamanda, bu yeni dikotomi, siyasal kanatların kendi içinde yeni bir bölünmeyi de başlattı. İslamcı çizgiden milliyetçi sağa, liberal sağdan liberal sola uzanan siyasal konumları bir anlamda yeniden tahkim etme yaygınlaştı. Örneğin, İslamcı kesimden kendini ‘eski sağ devletçi’ çizgiden ayırıp ‘sivil toplumcu’ konum kazananlar belirdi” ve milliyetçi camia içinde de milliyetçiliğin aşırı ‘devletçi’ yapısını reddedenler Muhsin Yazıcıoğlu’nun etrafında “sivil toplumu seslendirmeye giriştiler” diyerek önemli bir tespit yapmıştır.
12 Eylül’ün sıkıntılarını yaşamış olan toplum kesimleri doğal olarak kendilerini her yönden bir değerlendirmeye tabi tutmuşlardır. 28 Ocak 1980 günü hapishaneye atılarak her türlü işkenceye maruz kalan yıllarca hücrede kalan Muhsin Başkan, 12 Eylül öncesini Nisan 1987 yılında bir gazeteciye röportaj esnasında değerlendirirken “Yaptığım muhasebede, aslında, dıştan kaynaklanan tahriklerle Türk gençliğinin planlı ve şuurlu şekilde bir iç savaşa doğru götürülmek istendiğini, buna karşılık Ülkücü gençlerin hiçbir zaman Türk milletinin parçalanmasına ve bölünmesine razı olmadıklarını tespit ettim” demiştir. Ülkenin bölünmüşlüğüne razı olmamanın bilinçli ve şuurlu bir örgütlenmeden geçtiğinin önemini bilen Muhsin Başkan, yıllarca korumaya ve kollamaya çalıştığı devletin gücünü elinde tutanların yaptığı işkenceleri ve zulümleri bir an olsun aklından çıkarmadan harekete geçerek, cezaevinden tahliye edildikten 3 ay sonra 15 Temmuz 1987 yılında bir sivil toplum teşkilatı olan SOGEV’e başkan oldu. Başkan olduktan sonra yaptığı ilk açıklamada “Biz öncelikle 12 Eylül öncesi ve sonrası devletin ilgisizliği ve ihmali neticesinde yara alan insanlarımızın yaralarını sarmaya çalışacağız” dedi. Ortaya koyduğu bu tavırla devletine küsmediğini ama her şeyi devletten beklemeden bireylerin sivil toplum içinde yapacak çok şeyinin olduğunu ortaya koydu.
1990’lı yılların başında ülkemizi milletimizden güç alanların yönetmesi temin için başlattığı hareketinin manifestosu olan “Milli Mutabakat Çağrısında” “Bir ihtilal, bir işgal, bir dış baskı vs. olmadan da ülkemizdeki milli güçlerin sivil toplum içinde kendi yollarını kendilerinin aydınlatabileceği bir oluşumu hazırlamaları mümkündür. Yarın artık bugündür, çağrımız bütün insanlarıdır” diyerek “Milli, Sivil, İslami ve Katılımcı” bir dünya görüşünü bir yaşam felsefesi olarak Türk gençliğinin önüne bir hedef olarak koydu.
Muhsin Başkan’ın ortaya koyduğu bu anlayışı “Sivil toplum, kendisine sahip çıkan toplumdur. İnsanlar, iktidarlarını, kendi rızaları doğrultusunda, katılımcı dayanışma ve işbirliği temellerinde gerçekleştirmelidir. Devlet bir ideal değil, bir vasıtadır; insanları daha mutlu, daha müreffeh, daha şahsiyetli kılmak için milleti meydana getiren fertlerin tecessüm etmiş iradesidir. Bu kapsamda devlet, halkına hizmet için vardır. Milletinin iradesini içerde ve dışarıda gerçekleştirmek için vardır. Devleti insanları için bir vasıta ve hizmet kapısı olarak tutacak kuvvet sivil toplumdur. Yoksa iktidarı elinde tutanlar kendi şahsi heves ve arzularını, devletin iradesi olarak takdim ve icraya kalkışırlar. Gaye olan insanı, devletin arkasına sığınıp vasıta haline getirirler. Türkiye’de bugüne kadar yapılan budur. Bunu engelleyecek güç, devleti halkının hizmetkârı yapacak olan sivil toplumdur.” diyerek ifadelendirmiştir.
O’nun çokluk içinde birlik felsefesinde, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir hukuk devletidir. Hukuk devleti, vatandaşlarının temel hak ve hürriyetlerine saygı gösteren, toplum– devlet, devlet- siyaset ilişkilerini bir hukuki çerçeve içinde ve hiçbir zaman bu hukuki çerçevenin dışına taşırmadan adaletle düzenleyen devlettir. Hukuk devletinin en temel sayılan özelliklerinden birisi de devlet içinde tüm kamusal hayat ve idarenin yargı denetimi altında olmasıdır. Çağdaş, çoğulcu, demokratik hukuk devlet düzeninde bireyler arasındaki uyuşmazlıklar kadar, yasama ve idarenin etkinliklerinin de denetlemesini mümkün kılan kurumlarla donatılması idealdir. Devlet, hükümranlık sınırları içinde yaşayan vatandaşların iradesinin cisimleştirdiği bir kurumdur. Devlet, vatandaşlarına hizmet için vardır.”
Devleti ebed, milleti esas sayarak, insanı merkeze alan bir dünya görüşünü yaşamına hakim kılan Muhsin Başkan “Benim adım Muhsin YAZICIOĞLU. Bana baskı sökmez. Bizim Allah’tan başka kimseden korkumuz yok. Biz, milli iradeyi temsil ediyoruz ve ne olursa olsun demokrasinin arkasında durmaya ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz” diyerek mücadele ederken Rahmeti Rahmana kavuştu. Şehadetinin yedinci yıldönümünde, ülkemizin O’nun engin ufkuna, bakış açısına ve mücadele azmine ne kadar ihtiyacı olduğu, günümüzde yaşanan olaylara bakıldığında zaman bir kez daha gözükmektedir. Rabbim mekânını cennet eylesin inşallah.