Kötülükler iyiliklere engel yapılamaz
İyi insanlarla iyi bir dünya kurmak isteyenler, kötülüklere ve kötülerin kötülüğe dayanan sosyal ve siyasal otoritelerinin barikatlarına aldırmadan iyilikleri yaymaya gayret edenlerdir. İyilikleri yaymak, kötülükleri önlemeye çalışmak, iyi bir dünya kurmanın sevdalısı olmanın alâmetidir. Sevdası iyilik olanın icraatı kötülük olamaz. Kötülük işlemekle birlikte iyilik sevdası olmaz. Kötülük işlemeye başlayanlar, iyiliklere elveda edenlerdir.
Kötülük var diye iyilik terk edilemez. İyiliğin gücü, kötülüğün iktidarını devirmeye kâfidir. Yeter ki iyi dünyanın sevdalısı olan iyi insanlar kötülükleri kötülükle değil de iyilikle defetmeyi başarabilsinler. Allahû Teâla buyuruyor:
“İyilikle kötülük bir olmaz, kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman seninle kendisi arasında düşmanlık olan kimsenin, sanki samimi bir dost haline geldiğini görürsün.” (Fussilet,34)
Kötülüklerin ve kötülerin varlığı, iyilikleri yaymaktan vazgeçmenin mazereti ve gerekçesi olamaz. İyiliğin gücüne kötülüğün saltanatı dayanamaz. İyiliğin gücüne sahip olmayanlar, kötülerin saltanatına boyun eğmeye mecbur ve mahkûmdurlar.
Kötülük muhtelif çeşitlerden meydana gelmiş bir bütündür. Mesela zina bir kötülüktür, içki bir kötülüktür, kumar bir kötülüktür, Allah’ın gönderdiği hükümlere mukabil ve onların yerine geçsin diye kural ve kaideler uydurmak bir kötülüktür. Bütün bu kötülüklerin müesseselerini kuranlar, kollayanlar ve koruyanlar, kötülüğün saltanatını ayakta tutanlardır. Kötülük ve kötülüğün müesseseleri, kötülerin varlık sebebidir. Kötülük peşinde koşan şahıslar, rejimler, sistemler, idareciler, iyiliklerin yayılmasını, iyi insanların idare mekanizmasında yer almalarını, iyiliğin saltanatını tesis etmelerini asla ve kat’a istemezler. Ama bunlara bakıp iyilikleri yaymaktan vazgeçme hakkına sahip değiliz.
Kötü yola düşmüş, kötülüğün işçiliğine ve bekçiliğine soyunan günahın kölelerine, inkârın ve inadın dikenlerine el atmak, iyi bir dünya kurmanın cehdü gayreti içinde olan her iyi insanın vazifesidir. Bakınız Emeviler döneminde Kıbrıs’a düzenlenen sefere ashab-ı kiramdan da katılanlar olmuştu, bunlardan birisi de zühdüyle maruf Ebu’d-Derdâ hazretleriydi. Kıbrıs fethedilmiş Rumlar darmadağın olmuştu. Mağluplar birbirlerine ağlıyorlardı. Cübeyr b. Nüfeyr diyor ki: “Ebu’d-Derdâ’yı bir kenarda tek başına ağlarken gördüm. Dedim ki: “Ey Ebu’d-Derdâ! Allah’ın, İslâm’ı ve Müslümanları zaferle şereflendirdiği bu günde niye ağlıyorsun?” Bana şöyle karşılık verdi: “Yazıklar olsun sana ey Cübeyr! Bir zamanlar güçlü, kuvvetli, saltanatlı bir toplum Allah’ın emirlerine sırt çevirince nasıl zelil hale geldi görmüyor musun?” Ebu’d-Derdâ hazretleri düşmanın perişan haline ağlıyordu. Keşke hak yolda olsalardı da bu hale düşmeselerdi, diyordu. (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 638)
Ebu’d Derda hazretleri, günah işlediği için hakaret edilen bir adama rastladı. Hakaret edenlere dedi ki: “Siz bu zatı bir çukura düşmüş görseniz onu çukurdan çıkarmaz mısınız?” “Evet” çıkarırız, dediler. Öyleyse kardeşinize hakaret etmeyin, sizi günahtan koruyan Mevla’ya hamdedin. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ’ya: “Sen bu günahkâra kızmıyor musun?” dediler. O da: “Ben onun günahına kızıyorum, kendine değil, günahı terk ettiğinde yine o benim kardeşimdir” dedi.
Günahkâr kardeşlerinin aleyhine şeytana yardım edenler, kötülükleri iyiliklere engel yapmaya gayret edenlerdir. Günahkâr kardeşlerine üzülmeyen, onları işlemeye çalıştıkları günahlardan çekip çıkarmaya çalışmayanlar, yarınlarını kötülere ve kötülüklere emanet edenlerdir. Daha doğrusu kötülük saltanatının yarınını garantileyenlerdir. Müslüman olarak insanları kötülüklere, günahlara monte etmekle değil, onları kötülüklerin ve günahların pençesinden kurtarmakla mükellefiz. İnsanların kötülüklerin pençesine düşmelerine, günah denizinde boğulmalarına sevinenler, kötülüklere dayalı sistemleri, düzenleri içlerine sindirenlerdir. Müslümanların günümüzdeki hallerinin zelil ve fasid oluşlarının sebebi, hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları ve bunun akabinde de aralarındaki ilişkilerinde beşeri nizamları esas almaları hülasa gayri İslâmi hükümlerin hayatlarına hakim oluşuna sükut etmeleridir. Bütün bunların semeresini en acı şekilde ödemek zorunda kalmışlardır. Bu zillet dolu hayat devam ettiği müddetçe de kötülük sürekli toplum içerisinde yayılacaktır. Aslında bu halden rahatsız ve şikâyetçi olunmasına rağmen kimse gerektiği gibi bu kötülüklerin önüne geçmemektedir. Bu yayılan kötülüklerin kökünü kazıyan ve biz Müslümanları feraha huzura ulaştıran çok önemli bir görevimiz olduğu halde ne acıdır ki bizler bu görevimizi unutmuş bir konumdayız. Kötülüğü kaldıran bu görev, İslâm’a davet ve insanlara iyiliği emretmek kötülükten ise arındırmaktır. İslâm’a davet; İslâm’ı akidesi ve nizamı ile hayatta hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar. Müslümanların hallerinin bu fasid olan bozuk vakıasını değiştirmesi mucize değildir. Allahû Teâla, Müslümanlara taşıyamayacağı yükü yüklemiş değildir. Nitekim Allahû Teâla, bu amaç için metod ve hükümler koymuştur. Rasûlüllah (sav) ve ashabı da o metod ve hükümler doğrultusunda yürümüşlerdir. Bu yolla da İslâm Devleti’ni kurarak kokuşmuş cahiliyye toplumunu İslâmi topluma dönüştürmüşler ve O İslâm Devleti de dünyanın büyük bir kısmını Dar-ul Küfürden Dar-ul İslâm’a dönüştürerek münkerleri ortadan kaldırmak için küfürle savaşmış ve marufu emretmiştir. Müslümanların inanç lügatlerinde; “Münkeri gördüğü halde susan, dilsiz şeytandır” ilkesi geçerlidir. Dolayısıyla Müslümanlar kötülüklerin seyircileri değil, bizzat müdahale edicilerdir. Şunu bilelim ki; pasif iyi, aktif kötünün teşvikçisidir. Müslüman insan iyilikleri yayma hususunda pasif davranma lüksüne sahip değildir. Müslümanın iyilikleri yayma hususundaki cehdü gayreti, hayatını teslim ettiği ilahi vahiyden gelir. Tarihin şahadetiyle sabittir ki; vahiy, pasif iyiyi aktif hale getirmiştir. Yatan iyiyi ayağa kaldırmış, sokağa çıkarmıştır. Sönük lambaya bitimsiz bir enerji vererek, onu bütün bir cihanı aydınlatan güçlü ışık kaynağı kılmıştır. Rasûlüllah (sav)’i ve ashâbını öldürmeye gelenlerin onlarda dirilmeleri bunun en büyük şahididir. Dolayısıyla iyilikleri yaymazsak, İslâm’ı bir bütün olarak hayatımızda yaşamazsak, bize diri gelenler bizde ölürler. İyilikleri yaymaktan vazgeçmiş Müslümanlar, kötülük denizinde boğulanların sayılarını çoğaltmaktan başka bir şey yapamazlar. Pasif iyilerin aktif kötülerden şikâyet etmeleri, toplumun fesada gitmesindeki suçlarını itiraf etmeleridir. Dünyada aktif iyiler olmasaydı, kötülük ve kötüler iyiliğe yer bırakmazdı. Şunu da unutmamak gerekir ki; pasif iyiler pasifliklerinin cezasını aktif kötülerin elleriyle yok edilerek ergeç çekenlerdir. Bütün iyilerin pasif oldukları bir dünya, iyilerin dünyası değil, kötülerin dünyasıdır. Dünyanın iktidarını kötülüklere ve kötülere bırakanlar, iyilikleri yaymayı askıya alarak iyiliklere kötülükleri engel yapanlardır
Dünyada gerek Müslümanların ve gerekse İslâm’ın ve Müslümanların düşmanlarının bilmeleri gereken hakikatlerden birisi de şudur: İyilikleri yaymaya çalışan Müslümanlar engel tanımazlar. Onların yaymaya çalıştıkları “iyilik” alternatifsizdir. İyilik engel tanımaz; önüne çıkan kötülük dağ da olsa ezer. Çünkü iyilik kötülüğün mahkûm olduğu yerde gezer!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.