Aliya'yı anmak ve anlamak
Tam beş yıl geçmiş, Aliya'nın, o güzel insanın, Bilge Kral'ın, bu dünyadan göçüp gidişinin ardından. Oysa aradan geçen o beş yıl içinde Türkiye'de o kadar çok ismi zikredildi, o kadar çok benimsendi ki, yaşayanların çoğundan çok daha fazla yer tutmaya devam etti aramızda -sohbet gündemlerinde, belgesellerde. Kitaplarının hemen hepsi bu esnada Türkçe'ye çevrildi, okundu, tartışıldı. Yaşadığı dönemde Türkiye ve Bosna arsında başlattığı iletişim ve ulaşım köprüleri gittikçe daha fazla işlemeye başladı. Birçok il ve ilçemizde ismi cadde, sokaklara veya camilere, parklara verildi. Aradaki bütün kişisel resmi mesafeler de giderek kalktı, “Aliya” olarak, hepimize iyice “âşinâ” bir isim haine geldi.
Zorla olmadı bu. Zorla olamazdı zaten. Hayatı hakkında, kişiliği ve tecrübeleri hakkında bir iki hikâyesini dinleyenin onu benimsememesi, ona yürekten bağlanmaması mümkün zaten değil. O çok daha ulvi katlardan, yüce mertebelerden bir hüsnü tevazu gösterip dünyamıza inmiş gibi, oradan gönül kapımızı çalmış biri gibidir. Onun çaldığı kapıya hangi densizlikle “evde yokuz” denilebilirdi ki?
Siyaset kültürünü kişisel iktidar kavgasının belirlemekte olduğu bir ortamda “değerler için üstlenilmekten kaçınılamayan bir sorumluluk olarak siyasetin” en güzelini ve en akıllıcasını yaptı Aliya. Güttüğü siyaset kendi halkına, kendi dostlarına faydanın en yükseğini temin etmekle kalmadı, kendi düşmanına bile kaliteli bir düşmanlığın anamla ve değerini işaret etti. Düşmanlarının bu işaretleri ne kadar aldıkları ayrıca tartışılır tabi.
Siyasette sergilediği bu kalite dolayısıyla İzzetbegoviç'e Bilge Kral yakıştırması yapıldı. Bu aslında imkânsız bir bileşimi işaret eden büyük bir takdir ifadesiydi. Çünkü Batılı siyaset geleneğinde bilgelik ile krallığın bir araya geldiği bir örneğe pek rastlanmaz. Kral olanlar kendi kişisel ihtiraslarıyla iktidarda kalmaktan başka bir değere sahip olamıyorlar. Bilge olanlara ise krallıktan pek bir pay verilmiyor.
Buna rağmen batı felsefesinin büyük isimlerinden Platon, “devlet yönetiminin filozoflarca, yani bilgelerce yapılması gerektiğini” söyleyerek bilge krallığı bir türlü ulaşılamayan bir “ideal devlet ütopyası” olarak tasarlamıştır. Bizzat Platon'un kendisi, meşhur Syracusse deneyiminde kendisine sunulan devlet yönetimi fırsatını değerlendirmek şöyle dursun eline yüzüne bulaştırarak siyaset sahnesinden canını zor kurtararak kaçmak zorunda kalmıştır. İdealini kurduğu devlet modelini uygulama niyetini sergilediği anda, dünyanın kafasındaki idealden alabildiğine uzaklığını fark etmiş, bunun karşısında siyasete inancını yitirerek kaçmak zorunda kalmıştır.
Oysa Aliya'nın siyaset anlayışı bir ütopya kurmaya değil dünyanın dramatik gerçeğinin farkında olmaya ve siyasete bulunduğu yerden ve elindeki imkânlarla başlanabileceğinin idrakinde olan bir bilgeliğe dayanıyordu. Böylece bilgelikle krallığın Batı tarihinde buluşması ne kadar imkânsız olsa bile aslında Aliya'nın şahsı kadar, her an ulaşılabilecek bir yakınlıkta olduğunu da fiilen göstermiş oluyordu.
Aliya'nın gösterdiği keramet aslında ideal olanın hemen elimizin altında ve ulaşılması mümkün bir şey olduğunu göstermiş olmasından kaynaklanıyor. Bir beşerin yükselebileceği kalite zirvelerinin yolunun bu dünyanın en gerçek en etten kemikten, en maddi düzeyinden başladığının veya geçtiğinin dersini mükemmel bir hayat örneğiyle verdi aliya.
Bağcılar Belediyesi vefatının 5. yılı dolayısıyla çok hayırlı bir işe imza attı. Dünyada ilk olarak bir Uluslararası Aliya Sempozyumu düzenledi. Geçtiğimiz hafta sonunda Bosna ve Türkiye'den toplam 27 tebliğin sunulduğu altı oturumda Aliya bir düşünür, bir devlet adamı, bir özgürlük aşığı olarak ve Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının yazarı olarak ele alındı. Ayrıca IHH Başkanı Bülent Yıldırım, Süleyman Gündüz, Hüseyin Hatemi, Cemalettin Ladiç, Mehmt Koçak ve Hüseyin Kansu gibi, Bosna Savaşı'nda önemli rolleri olmuş veya tanık olmuş olanların anlatımlarıyla da Aliya'nın hayatından canlı ve etkileyici kesitler sunulmuş oldu.
Kuşkusuz bir düşünür ve devlet adamı olarak Aliya çok daha sürekli ve derinlikli araştırmalara konu olmayı fazlasıyla hak ediyor. Aliya'nın ortaya koyduğu yazılı metinlerle ve bilhassa bu metinlerin bir tür pratik yorumu gibi işlemiş olan siyasi hayatının toplamı, çağdaş İslam siyaset felsefesi için çığır açıcı bir referans değerindedir. Bu metinlerin ve tecrübenin İslam siyasetinin yeni bir yorumu için müthiş bir açılım kanyağı oluşturabileceğinden hiç kuşkum yok.
Dünyanın gidişatının giderilemeyen kötülüğünü diline dolayıp onu dönüştürme konusunda her türlü umudu tüketen anlayışlara prim vermemek, Aliya'nın hayatında verdiği bu çok önemli derslerden biridir.
Ayrıca, sempozyumda çok güzel bir tebliğ de sunan Ahmet Demirhan'ın da tespit ettiği gibi Aliya'nın varlığı, Avrupa-merkezci bir dünyanın sınırlarının zannedildiğinden çok daha dar olduğunu fiilen göstermiştir. Bosna savaşı tecrübesi Avrupa değerlerinin sınandığı ve sınırlarının açıkça görüldüğü bir örnek olmuştur.
“Bu çağda, Avrupa'nın ortasında” olamayacak zannedilen her şeyin nasıl olabildiğine varlığıyla tanık olarak ve herkesi tanık kılarak bozduğu şey, bizzat Avrupa'nın büyüsüydü.