Yanlışlıklar zinciri
Birkaç gündür garip şeyler oluyor. Önce Genelkurmay Başkanı Aktütün baskınıyla ilgili olarak silahlı kuvvetleri eleştiren gazete ve gazetecilere ateş püsküren bir açıklama yapıyor. Sonra Genelkurmay askeri mahkemesi söz konusu baskınla ilgili skandal niteliğindeki bilgileri ‘sızdıran’ personel hakkında başlatılmış olan soruşturmayı vesile ederek medyaya yayın yasağı koyuyor. Bunun hemen ardından da Başbakan bütün bunları onaylayan ve Genelkurmay Başkanı’nın tehditkár konuşmasına destek veren bir açıklama yapıyor.
Genelkurmay Başkanı’nın gazetecileri tehdit etmesi kadar, kendisini adeta sivillerin de komutanı zannederek gazetecilere buyruklar yağdırması en hafif tabirle yakışıksızdır. Yani medeni, çağdaş ve demokratik bir ülkenin genelkurmay başkanına yakışmayan bir açıklamadır bu. Doğrusunu söylemek gerekirse, o diyarlarda bu türden beyanlar için ‘yakışıksız’ nitelemesi bile az gelir; buna her halde ‘skandal’ derlerdi ve beyan sahibi de artık o makamda duramazdı.
Bu konuşma bir şeyi daha gösteriyor: Generalin dışa vurduğu öfkenin altında, Aktütün baskınında iddia edildiği türden vahim görev ihmallerinin bulunduğunu kabul eden ama bunu ‘dışardakiler’le paylaşmak istemeyen bir kişinin ruh hali yatıyor gibi. Genelkurmay askeri savcılığınca yürütülmekte olan soruşturmanın bu facianın sorumlularını ortaya çıkarıp onları gerekli müeyyidelere çarptırmak yerine, Taraf gazetesinde yayımlanan kayıtları dışarıya ‘sızdıranlar’ı cezalandırmayı amaçlamış olması da bunu teyit etmektedir. Oysa, Genelkurmayın asıl yapması gereken, bu büyük trajedinin sorumlularından usulünce hesap sormaktır ki, hakkıyla yapılması halinde bunun birçok subay ve astsubay yanında belki kimi generallerin de görevden alınmasını gerektireceği açıktır.
Askeri mahkemenin aldığı ‘yayın yasağı’ kararı da tuhaf. Bir kere, kararın gerekçesinde ‘devlet güvenliği’yle ilgili gizli bilgilerden bahsediliyor; oysa bu olay bütün ayrıntılarıyla artık kamuoyunun bilgisi dahilindedir, bunun sır olan bir tarafı kalmamıştır. Başka bir ifadeyle, ‘PKK terör örgütü mensuplarının anlık istihbarat görüntüleri ve PKK’ya karşı icra edilen harekata ait’ bilgiler eğer kararda belirtildiği gibi ‘gizli’ idiyse bile, bir kere açıklanmakla bunlar artık gizliliklerini yitirmişlerdir. Kaldı ki, kamuoyunun bu konuda medya tarafından bilgilendirilmiş olması devletin güvenliğine değil zarar vermek, aksine ilgilileri bundan böyle daha dikkatli ve sorumlu davranmaya zorlayacağı için devlet güvenliğinin güçlendirilmesi yolunu açmıştır.
Nihayet, Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı’nı destekleyen açıklaması da tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Aktütün şehitlerinin ve ailelerinin de bir parçasını oluşturduğu ‘halk’a karşı sorumlu olan ve işgal ettiği mevkii sadece halka borçlu olan bir Başbakan nasıl olur da bu onurun gerektirdiği gibi davranıp ilgililerden bu facianın hesabını sormak yerine, generalin halkı bu konuda aydınlatan gazetecileri tehdit etmesine destek verebilir? Nasıl olur da, halkın yanında olması gereken bir başbakan, Genelkurmay’a destek çıkmak uğruna, medyaya asılsız suçlamalar yöneltebilir? Demokrat bir başbakan niçin medyanın haber alma hakkının ve ifade özgürlüğünün değil de kendisini en fazla ilgilendiren bilgileri halktan saklamaya kalkışan memurların yanında yer alır?
‘Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’nın kendi emrindeki bir kuruma böyle bir jest yapmaya ihtiyaç duyması acaba sadece Türkiye’deki cari sistemin gerçek niteliğini mi göstermektedir, yoksa AKP’nin özel bir ‘ihtiyacı’ndan mı kaynaklanmaktadır?...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.