AP kararı bir zihniyetin yansımasıdır
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını içeren kararı üzerine cumhurbaşkanından, başbakana, dışişleri bakanından AB bakanına kadar tüm yetkililerce bu kararın bir kıymeti harbiyesi olmadığını, kararın hükümsüz ve geçersiz olduğunu, bir başka ifadeyle Avrupa Parlamentosu’nun kararlarının bağlayıcılığı olmadığı, sadece bir tavsiye niteliğinde olduğu yönünde açıklamalar yapıldı. Kararın bağlayıcılığı olmadığı, tavsiye niteliğinde olduğu doğru olmakla birlikte şimdi durup dururken böyle bir kararın çıkmış olması AP milletvekillerinin zihniyetini, Türkiye’ye bakışlarını göstermez mi? Bir başka ifade ile bu karar tasarısına oy verenlerin Türkiye’yi AB’de görmek istemediklerini göstermez mi? AB ülkelerinin teröristlere sığınma hakkı vermeleri, bunun da ötesinde maddi imkânlar sağlamaları, Türk bakanların ülkelerinde toplantı yapmalarına izin vermezken, bir bakanımızı polis eşliğinde sınır dışı etmeleri gibi çirkinlikler devam ederken, AP’nin aldığı kararın hiçbir hükmünün olmadığını söylemek gerçekçi olabilir mi?
Tavsiye niteliğinde de olsa, bu karar Avrupa Parlamentosu’nda 64’e karşı 477 oyla kabul edilmiş ise Türkiye ile birlikte yürümek isteyenlerin sayısının çok az olduğunu göstermez mi?
Bir başka husus ise kararın gerekçesi dikkat çekicidir. Çünkü Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması kararının gerekçesi olarak ülkemizde gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin Kopenhag Kriterleri’yle uyumlu olmayışı gösterildi. Bu gerekçe bile gösteriyor ki üye olarak aralarına almadıkları Türkiye’nin yapacağı bir anayasa değişikliği için kendilerinden izin alınmasını bekliyorlar. Hâlbuki ister üye olsun, ister üye olmasın hiçbir ülkeden böyle bir talepte bulunulamaz, böyle bir talep ülkelerin bağımsızlığına gölge düşürür. Kaldı ki, ülkemizde yapılan anayasa değişikliği insanımızın yüzde 51’nin onayı ile kabul edilmiştir. Böyle olunca da yapılan değişiklik kendi içimizde eleştirebiliriz ama yok sayılamaz. Yok saymaya kalkmak söz konusu anayasa değişikliğine evet diyenlerin iradesinin hiçe sayılması demektir ki böyle bir yaklaşım diktatörlüklerde bile söz konusu olamaz. Çünkü günümüzde diktatörler bile atacakları adımların dünya kamuoyunda nasıl bir tepki oluşturabileceğini hesaplamak zorundadırlar. Bu noktada cumhurbaşkanımızın Almanya’daki Türklerle bir araya gelmesini bile engelleyenlerin darbe ile iş başına gelmiş Sisi’yi kırmızı halı ile karşılamaları ikiyüzlülüklerinin, bir başka ifade ile Türkiye’ye karşı dostça olmayan bir tavır sergiledikleri açıkça görülüyor. Böyle olunca da ülkemizin nasıl bir anayasa değişikliği yapması gerektiği konusunda AB ülkelerine söz düşmez. Türkiye olarak o kapıda beklemekten biran evvel vazgeçerek hakkımızda söz söyleme ve karar alma imkânlarını iptal etmeliyiz.
Özetle son karar bir niyetin, bir bakış açısının bir kez daha ilan edilmesidir. Böyle olunca söz konusu kararın bağlayıcılığının olup olmaması çok önemli değildir. Önemli olan bunca dışlamaya; kapının önünde bekletilmeye rağmen Türkiye’nin sergilediği tavırdır. AP’nin kararının uygulamadaki yeri ne olursa olsun Türkiye’nin istenmediği bir kez daha vurgulanmıştır. Buna karşılık Türkiye’nin istenmediği kapıda beklemeye devam edip etmeyeceğine karar vermesi gerekiyor. Son karar AB ülkelerinin Türkiye’ye karşı tavırlarının dostça olmadığını gösteriyor. Kısacası, Avrupa Parlamentosu’nun aldığı Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması kararı aslında mevcut durumun onaylanmasından ibarettir. Çünkü müzakereler zaten uzunca bir süreden beri askıya alınmış durumdadır. Türkiye’nin ısrarlı talebine rağmen yeni fasıllar açılmadığı gibi, açılan fasıllar da kapatılmıyor. Peki bu şartlarda niçin hala ısrarlı bir şekilde AB kapısında bekliyoruz. İnsanımızın bilmediği bir mecburiyet mi söz konusu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.