'Devlet dahi halk içindir'
Bu ifade, "Devletin bekâsı için gerekirse bütün halkı feda ederim" diyen Dördüncü Murat'a, bilge şair Nef'î’nin verdiği tarihi cevaptır: "Devlet dahi halk içindir padişahım."
Evet, “halk devlet için” değil, tam tersine “devlet halk için”dir ve devlet halka hizmet için vardır. Zira devleti oluşturan, ayakta tutan halktır, millettir. Aynı hakikati, Osmanlı Devleti’nin manevi mimarı kabul edilen Şeyh Edebali de, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” nasihati ile vurgular. Ne ki, 4. Murat devrine gelindiğinde bu anlayış değişmiş, insanı/halkı yaşatma merkezli yönetim geleneği yerini devleti yaşatma merkezli ya da devlet-merkezli anlayışa bırakmıştı; bu durum ise çok önemsenen “devlet”i kurtarmak şöyle dursun, tam tersine Devlet-i âliye’nin inhitatına giden süreci hızlandırmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Devletlerin ikbal ve idbar dönemlerine dair önemli fikirler üreten ünlü Müslüman tarihçi İbn Haldun, çöküş süreçlerinin, yöneticilerin halktan kopması ile başladığına dikkat çeker. Devletlerin kuruluş-yükselme dönemlerinde, padişah ve kurucu-yönetici ekibin halkın gücüne ve reyine dayanmasının ve halkla içiçeliğinin devleti ayakta tutan asabiyetin en önemli unsuru olduğunu söyleyen İbn Haldun, duraklama-gerileme devirlerinde ise yönetici-halk ilişkisi ile dayanışma ruhunun (asabiyet) giderek zayıfladığını ve nihayet koptuğunu, padişahın etrafında bir çıkarcı sınıfın (şimdi ‘bürokratik oligarşi’) türediğini, bu dönemlerde yöneticilerin zulüm ve istibdada başvurarak halk desteğini tamamen kaybettiğini ve sonunda “İhtiyarlık çağı”na giren devletlerin kendilerini hâlâ güçlü zannedip zevk ü sefaya ve saçıp savurmaya daldıkları bir sırada çöküverdiklerini anlatır. (Mukaddime, M.E.B yay., çev: Zakir Kadiri Ugan, İst-1988, c.1, s.426-447)
4. Murat’a, Osmanlı Devleti’nin ve kurumlarının çözülüş sebeplerini ve bunun çarelerini içeren bir lâyiha sunan Koçi Bey de, tıpkı İbn Haldun gibi, yönetici kadronun etrafını saran çıkarcı gruba ve devlet çarkında hızla yaygınlaşan “rüşvet lâşesi”ne ve adam kayırma illetine dikkat çeker. Vezirlerin, “iç halkı”nın istek ve arzularına göre hareket eder olduklarını, adaletin yerini istibdadın aldığını belirtir. Zulüm ve tecavüz ile âlemin harab olduğunu söyler. “Reâyânın ayakta durması adâlet iledir” der; “Küfür ile dünya durur, zulüm ile durmaz” özlü sözüne yer verir. (Zuhuri Danışman, Koçi Bey Risalesi, M.E.B Yay., İst-1972, s.20, 22, 47-48, 50, 63, 68-69, 82-83)
İmdi, Osmanlı’nın son dönemlerinde devletin dizginlerini ellerinde tutanlar, be-tahsis İttihatçılar, halkı ve halk iradesini hiçe sayan, bırakın devleti kendi fırkaları ve çıkarları için halkı fedâ etmekten pervâ etmeyen bir yönetim anlaşına sahip oldular. Bu anlayışla bu millete Balkan faciası, Sarıkamış dramı, Cihan Harbi felaketi ve nice kıyımlar yaşattılar. İttihatçı yönetim anlayışı Cumhuriyet dönemine aynen tevarüs etti. Türkiye’nin yakın tarihini en iyi bilenlerden Erik-Jan Zürcher’in de vurguladığı gibi, Anadolu halkını tanımayan, birtakım köklü değişimlere giderken milleti ve milli iradeyi hiç hesaba katmayan sözkonusu İttihatçı tarz-ı siyaset, yeni dönemde yönetim ile halk arasında ciddi bir gerilim ve kopukluk oluşturdu. Tek Parti döneminin “halk devlet içindir” anlayışı halkı bütünüyle küstürdü.
1950’de çok partili hayata geçilmesi ile ilk kez milli iradeye başvuruldu ve halk, kendine yakın insanları işbaşına getirdi. İlk kez “devlet halk içindir” anlayışı uç verdi. Ancak İttihatçı-komitacı gelenek 1960 darbesi ile bunun rövanşını almakla kalmadı; yaptığı anayasal düzenlemelerle halk iradesine ortak olan, hatta onu hiçe sayan kurumlar ihdas etti. 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri, milli iradeye ipotek koyan kurumları pekiştirdi.
Türkiye şimdi ilk kez bir ‘sivil anayasa’ sınavında. Yeni anayasa, devleti halkın hizmetine mi verecek yoksa yine halk devlet içindir anlayışı mı hakim olacak? İşte devasa soru budur. Halkı ve halkın değer yargılarını merkeze alan, hak ve özgürlükleri bu değer yargılarına göre düzenleyen bir anayasa ve yönetim anlayışı Türkiye’yi yeni ufuklara taşıyabilir. Başörtüsü yasağının kalkması ise, bugün gelinen noktada tüm özgürlüklerin kilit taşı konumundadır.
Editörlüğünü yaptığım Umran Dergisi, Türkiye’nin bu en temel sorununu kapağına taşıdı, Ocak 2008 sayısında. Yenilenmiş Umran’ı temin etmek ve abone olmak için tlf: 0212-640 01 22.
DAVET: Namaz Gönüllüleri Platformu “Namazla Diriliş Seferberliği”ni kesintisiz sürdürüyor. Bu çerçevede Dursun Ali Taşçı ve Ramazan Tamer Büyükküpçü kardeşlerimle birlikte, 11 Ocak’ta saat 19.00’da Suluova’da, 12 Ocak’ta saat 12.30’da Amasya’da (özel İdare Salonu), aynı gün saat 19.00’da ise Merzifon’da “Namaz”ı konuşacağız, inşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.