Bakanlıktan Başkanlığa
AK Parti iktidarında AB Bakanlığı oluşturularak Türkiye’nin AB üyeliğinin önemi vurgulandı. Sanıldı ki, AB ile ilişkiler oluşturulacak bir bakanlık eliyle yürütülecek olursa, üyeliğimiz kolaylaşacak. Ancak aradan geçen bunca zaman zarfında Türkiye AB üyeliğini ne kadar vazgeçilmez bir hedef olarak ilan etse de AB böyle düşünmüyor. Hatta AB ülkelerinin Türkiye’ye bakışlarındaki çarpıklık, azalacağına giderek artıyor. Hatta AB’nin Türkiye’ye bakışı çarpıklığın da ötesinde tam bir düşmanlık arz ediyor. Bu sebeple de köşemde çeşitli kereler hiç olmazsa AB Bakanlığı’nın kapatılarak AB ülkelerine karşı ‘Sürekli olarak bizi istemediklerini gösterdiklerine göre net bir tavır konulması gerektiğine’ dikkat çektim. Başkanlık sistemine geçilmesi ile birlikte idari yapılanmada yapılan Genel Kurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, AB Bakanlığı’nın bir başkanlığa dönüştürülerek Dışişleri Bakanlığı’na bağlanmış olması gibi çok önemli değişiklikler hayata geçirildi. Bu bakımdan AB Bakanlığı’nın başkanlığa dönüştürülmesini AB’ye ‘Yeter artık’ demek anlamına gelebileceği düşüncesindeyim. Ancak, bu anlamın ortaya çıkabilmesi için her fırsatta AB üyeliğinin Türkiye için vazgeçilmez bir hedef olduğu söyleminin terk edilmesi gerekiyor. Böyle bir tavır AB’nin Türkiye’ye bakışında bir değişiklik yapar mı, yaparsa bu değişiklik ne yönde olur, sanıyorum kısa zamanda görürüz.
Bu noktada bir hususa özellikle dikkat çekmek istiyorum. AB’nin Türkiye’yi üye olarak arasına almak gibi bir niyetinin olmadığı artık kesinlik derecesinde ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan üyelik konusunun bir kenara itilmesi gerekiyor. Onun yerine aralarına üye olarak almayacaklarsa bile ülkemize yönelik düşmanlıklarından vazgeçmeleri gerekiyor. Bunun sağlanması için bir takım adımların atılması şart görünüyor. Çünkü AB ülkelerinin tutumunun bırakın dost olarak nitelendirilmesini aşırı bir düşmanlık sergiliyorlar. Hemen her konuda ülkemize karşı çifte standart uyguluyorlar. Söz gelimi lafa gelince demokrasi, özgürlük ve insan haklarını kimseye bırakmayan AB ülkeleri çıkarlarına uygun düşmediği takdirde hiç sıkılmadan insan hakları ve özgürlükler ile demokrasiyi bir kenara itiveriyorlar. Böylece ikiyüzlülüklerini gösteriyorlar.
Bu konuda çeşitli terör örgütlerinin mensuplarına yönelik sergiledikleri koruyucu ve kollayıcı tavrı hatırlamak yeterlidir. Söz gelimi başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri 15 Temmuz’dan sonra aranan FETÖ’cülerin merkezi haline gelmiş durumda. Darbe girişiminin 1 numarası Adil Öksüz başta olmak üzere 14 bin FETÖ’cünün Almanya’da korunduğu haberleri medyada yer alıyor. Bu ülkede darbeye kalkışan bir örgütün mensuplarına aralarına girmek için uzun yıllardan beri çırpınıp durduğumuz AB ülkeleri kucak açıyorsa bu yaklaşımı düşmanlık olarak nitelendirmek yanlış olur mu? Çünkü AB ülkelerini gerçekten dost olarak görüyorsak o zaman bu dost ülkelerden Türkiye olarak destek beklememiz doğaldır.
Ana konumuz AB ülkeleri olduğu için ABD’nin aynı terör örgütünün üst yöneticilerine yönelik koruyucu ve kollayıcı tavrı üzerinde durmuyorum. Diyebiliriz ki, ABD ve AB ülkelerinin artık dost olmadıkları kesinleşmiş durumdadır ve bunu gizlemeye de gerek duymuyorlar. Bu açık düşmanlığa rağmen biz ısrarla her ağzımızı açtığımızda dost ve müttefiklerden söz ediyoruz. Halbuki dostların dostlarının düşmanlarını korumak ve kollamaları olmaz/olmamalı. ABD ve AB ülkeleri darbecilere ve terör örgütlerinin elemanlarına kucak açarak destek veriyorlarsa bu tavır açıkça düşmanlık olarak nitelendirilemiyorsa, bir ülkenin bir başka ülkeye düşmanlığının ölçüsü nedir?
Netice itibarıyla AB Bakanlığı’nın başkanlığa dönüştürülmesi bir yanlıştan dönülmesi anlamına gelebilir ama bunca düşmanlık sergileyenlere fazla bir etkisi olmayacaktır. O bakımdan ikinci adım olarak AB’nin kapısında beklemekten vazgeçmek ve bunu ilan etmek gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.