Kürt sorununda AKP nereye?
Evet, AKP Kürt sorununda nereye gidiyor? Erdoğan’ın partisi bu konuda ne yapmaya çalışıyor?...
Hatırlanacağı gibi, 22 Temmuz seçimleri sonrasında ortaya çıkan Meclis tablosunun çoğumuzun aklına getirdiği ihtimal MHP ile DTP arasında çıkacak bir gerilimin parlamentoda ve ülke genelinde yaratabileceği ciddi sorunlar idi. Buna karşılık, bazı temel sorunlarda DTP’nin AKP’yle işbirliği yapabileceği veya AKP’nin bazı reform girişimlerinde DTP’nin desteğini alabileceği öngörülüyordu. Bir AKP-DTP gerilimine ise hemen hemen hiç kimse ihtimal vermiyordu.
Oysa şimdiki manzaraya bir bakınız: İktidar partisi bir süredir DTP’yi neredeyse tek hedef haline getirmiş durumdadır, asıl rakibi oymuş gibi davranmaktadır. AKP ve lideri adeta işi gücü bırakmış, DTP’yi meşru siyaset bulvarının dışına itmeye çalışıyor.
Öte yandan, yine seçim sonrasında AKP rakiplerine nazaran en sivil parti görünümündeydi. Bu nedenle de, başka temel sorunlar yanında Kürt sorununa da önyargısız yaklaşabilecek, bu sorunun çözümüne en fazla katkı yapabilecek olan siyasi aktörün o olduğu düşünülüyordu.
Heyhat!. Bugün AKP Kürt sorununda gitgide sivil perspektiften uzaklaşmakta ve askeri yaklaşımı içselleştirir görünmektedir. İktidar partisi bir süredir Kürt sorununda statüko savunuculuğunu üstlenmiş durumdadır. Başbakan’ın son günlerde Güneydoğuya ve Doğuya yapmakta olduğu gezilerde kullandığı dil maalesef ‘Kürt sorunu’nun varlığını inkár eden ve bu meseleyi terörün bertaraf edilmesine irca eden bir dildir. Bu arada DTP’yi de meşru siyasi çizgiye çekmeye çalışmak yerine, onu adeta sistemin dışına çıkmaya zorlamaktadır.
Bunda elbette DTP’nin izlemekte olduğu sağduyuyu zorlayan siyasi çizginin de rolü vardır. Gerçekten de DTP demokratik mekanizmaları, sistemi Kürt meselesinin sahici bir ‘ulusal’ mesele olduğuna ikna etmeye ve bunun barışçı çözümü için projeler geliştirmeye çalışacak yerde, esas olarak ‘negatif siyaset’i tercih etmektedir. Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları bölgelerde şiddeti ve istikrarsızlığı teşvik etmekte, belki de teláfisi olmayacak bir gerilimi tetiklemektedir.
Bu manzara, birbirini rakip olarak gören her iki tarafın da asıl derdinin Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmaktan ziyade bölgede kendi partizan çıkarlarını artırmak olduğunu düşündürmektedir. Ne var ki, ‘parti politikası’ açısından makul olabilirse de, tutulan bu yol içinde bulunduğumuz kritik dönemin şartlarına hiç de uygun değildir. Bu özellikle iktidar partisi açısından böyledir.
Onun için, Başbakan Erdoğan’ın Doğu gezilerinde kendisini parti lideri olmaktan önce, DTP hatta PKK sempatizanları dahil bütün Türkiye’nin başbakanı olarak görmesi ve öyle davranması gerekirdi. Naçizane daha önce defaatle yazıp söylediğim gibi, Kürtleri AKP’lileştirmenin -bu mümkün olsa bile- ‘Kürt sorunu’nu çözmeyeceği açıktır.
Askeri bakış açısını içselleştirmek -ve bu arada Komando Okulu’nu filan ziyaret etmek- ise bu sorunu hiç çözmez. Hatta, ne kadar kalkınma, refah ve din kardeşliği vurgusu yaparsa yapsın, ‘askerle kolkola’ bir görüntü veren Başbakana Kürtlerin çoğunluğunun ‘kayıp’ nazarıyla bakması işten bile değildir.
Biliyorum, bütün bunlar sayın Başbakana, işin aslını bilmeden masa başında oturup ‘hariçten gazel okumak’ gibi gelecektir. Ama şu var ki, işin aslını bilmek iddia ve sorumluluğuna sahip olanların yapacakları hataların maliyeti hem çok büyük olur, hem de hepimizi yakar. Onun için, her şey bir yana, sırf bu yolda daha fazla hayatın sönmemesini sağlamak için bile Başbakan’ın bu meselede parti gözlüğünü de asker gözlüğünü de terk etmesine değer.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.