Obama, bizim bir derin rahatsızlığımıza da işaret oldu..
Bir zenci olan Obama’nın Amerikan başkanı seçilmesi üzerine, E. Özkök, ‘Biz de bir kürd’ü seçer miydik?’ diye sorunca, yeni bir ‘seçilirdi- seçilmezdi’ tartışması başladı..
‘Seçerdik’ diyenler, nice geçmişte, nice yüksek makamlara gelmiş olan devlet adamlarının kürd asıllı olduğunu hatırladılar.. İsmet İnönü, Turgut Özal, Ferid Melen, Bülend Ecevit, Hikmet Çetin vs. gibi isimler ya bütünüyle veya anne ve baba, bir taraflarından kürd kavminden geliyorlardı. (Ecevit, son TC Başbakanlığı döneminde, önce ‘kürdçe diye bir dil yoktur, o sadece bir lehçedir’ demişti de, o zaman, ‘Öyleyse, bir kürd vatandaşla, kürdçe birkaç hal-hatır cümlesi konuş, bakalım, anlaşabilecek misin?’ diye yazmıştım. Ama, Ecevit ölümünden iki sene önce, dedesinin Kastamonu-Daday’daki mezar taşında ‘Kürd Şerif Paşa’ yazılı olduğunu ve amma bunu babasıyla hiç konuşmadığını itiraf etmişti..)
Burada, birbirleriyle karışmış ve etnik kökeni hiç önemsemeyen bir müslüman halka bir ‘deli gömleği’ gibi zorla giydirilen ‘türkçü resmî ideoloji’nin dayatmaları gözardı edilmemelidir.
Bırakalım, kürd kavminden olduğunu açıkça söyleyen birisinin cumhurbaşkanı seçilmesini; laik /kemalist mütegallibe taifesinin, inancının gereğince giyinen ve milletvekili seçilen bir Merve Kavakçı hanımın Meclis’e girmesine bile, tahammül edilemediği hatırlanmalıydı.
Ki, Sovyet komünist imparatorluğunda bile, Orta Asya, Kafkasya ve Kırım gibi müslüman halkların yoğunluklu yaşadığı bölgelerden gelen ‘komünist’ temsilcileri bile, halklarının mahallî kıyafetleriyle gelebiliyorlardı, Sovyet Meclisi’ne.. Ama, TC bu olgunluğu bile gösteremedi.. Kaldı ki, kürd olduğunu beyan eden birisini Cumhurbaşkanı seçsin..
Efendim, o yüksek makamlara, türk kavminden olmayan daha başkaları da gelmiştir..
Nice çerkezler, kürdler, arnavudlar, boşnaklar, abazalar, gürcüler, lazlar, arablar, acem (denilen farslar) ve hattâ müslüman olmayan ermeni, rum gibi hristiyan ve yahudiler bile..
Evet, onların herbirisi TC. döneminde kendilerinin etnik köklerini söyleyerek değil, hattâ hiç sözkonusu etmiyerek, kamuoyundan gizleyerek o makamlara gelmişlerdir..
Çünkü, bir resmî kimlik dayatması sözkonusudur.. Hattâ, Osmanlı Ordusu’nda ‘Sarı Paşa’ olarak bilinen ve Balkan kavimlerinin tipik çizgilerini taşıyan M. Kemal de, kendi etnik kökünü söylememiştir.. Komünist rejim çöktükten sonra, Türkiye’ye gelen Arnavutluk C. Başkanı Salih Berişa, zamanın C. Başkanı Demirel’in verdiği resepsiyondaki resmî nutkunda, ‘Bir arnavud olan M. Kemal’le gurur duyduklarını’ açıkça söylemişti. Tabiî olan da buydu..
Mehmed Âkif’in babası Tâhir Efendi de, Arnavudluk’un İpek kasabasından bir arnavud idi..
M. Kemal’i bir ‘türk peygamberi’ olarak niteleyen ve ‘Kahrolsun Şeriat’ diye yazılar yazan ünlü Tekin Alp’in, gerçekte Moiz Cohen Tekinalp olduğu da açıktır. (Geçenlerde Türkiye kültür hayatına hizmet etmiş ünlü yahudilerin isim, resim ve biografilerinin yeraldığı ve bir yahudi yayınevince yayınlanan bir kitaba bakarken, orada son yıllarda bazı muhafazakâr tv. yayınlarında proğramlar yapan ve İttihad-Terakki yönetimi ağır şekilde eleştiren eserler veren Prof. Mim. Kemal Öke’nin ismini de görünce şaşırdım. Oraya yanlışlıkla mı girmiştir ismi, açıklamak kendisine düşer..)
Evet, İslam’ı sosyal hayattan kovmak şeklindeki emperyalist projelerin uygulanması için, ‘ulus-devlet’ projesi uygulamaya konulunca, gayimuslimlerden niceleri bile, ‘yeni kutsal’ olan ‘türklüğü’ kabullenivermişlerdi..
Bu arada, Gen. Kur. (eski) Başk. Doğan Güreş’in, bir kürd çocuğuyla bir-iki cümle kürdçe konuşmasının bile yadırgandığını ve bir generalin de kürdçe olarak yardım isteyen bir kadına, ‘Önce türkçe öğren, öyle gel..’ diyebildiğini hatırlayalım.. Ve sonra, ‘biz de Obama’larımızı başımıza getirebilir miyiz?’ diye ondan sonra düşünelim..
*Resmî dayatma olmadan sevilebiliyor musunuz?
Ecevit, ölümünün 2. yıldönümünde kimsecikler tarafından hatırlanmamış.. Bir de cenazesini hatırlayalım.. Hayatın gerçeği budur.. Resmî zorlama olmadan bir sahiblenme oluyor mu, işte aslolan, odur. Ölümünden 4 sene sonra, 10 Kasım 1942 M. Kemal’i anmak için Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabri başında toplananlar sadece 10-12 kişidir.. Behçet Kemal, Nureddin Artam, Necîb Fâzıl, Aka Gündüz, Nurullah Ataç, vs.. Resmî tören filan, yoktur!
İsmet İnönü, M. Kemal’le olan şahsî hesablaşmaları dolayısiyle, onun icraatını değil, ama, onu hemen bitirmişti.. 1950’den sonra ise Celal Bayar, bir totemizm tebelleş etti, bünyemize..
Yakub Kadri de, M. Kemal’in cenazesine katılmak üzere, büyükelçi olarak bulunduğu Bern’den Ankara’ya gelişini ve sonrasını anlatır hatıratında.. Cenaze töreni sonrası, dönüş için ayrılacağı sırada, arkadaşı Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) Hasan Âli’ye uğrar ve son kitabını da yayınlanması için, Maarif Vekaleti’ne verdiğini söyler.. H. A. Yücel ise, kitabını yeniden gözden geçirip geçirmediğini sorar ve ‘Biliyorsun artık, Devr-i Kemal bitti, Devr-i İsmet başladı..’ der.. Yakub Kadri, ‘başımdan kaynar su dökülmüşe döndüm..’ diye yazmaktadır..
Yani, öldüğü gün bitmiştir gerçek M. Kemal, hayatın gerçeği de budur..
Ama, onun millete karşı bir korkuluk gibi gösterenler tahakkümlerini 80 yıldır sürdürüyorlar.
Halbuki, hayatın bu tabiî gerçeğini bizzat M. Kemal de biliyordu.. Nitekim, 1919’da ayrıldığı İstanbul’a 8 yıl sonra 1927’de ilk kez dönüşünde, Haydarpaşa’dan Dolmabahçe’ye doğru motorla giderken, sahillerde yüzbinler ‘Gazi’yi coşkun şekilde bekleşirken..
Yanı başında, Hamdullah Subhî vardır ve ‘Heyecanlı mısın paşam?’ diye sorar. O da, ‘Bugün beni istikbale, karşılamaya gelenler, yarın dârağacında sallandırmak için de aynı coşku ile toplanabilirler..’ der.. O gerçekçilikle bugünkü totemist tavrı nasıl izah etmeli?
*O yazının sorumluluğu bana, yayınlanması şerefi Vakit’e aiddir: Mâlum konuda bir yazı yazdım, Vakit’e.. Bu yazıyı kamuoyuna açıklayan ben değilim.. O yazının sorumluluğu bana, yazının yayınlanması ve kamuoyuna sunulması şerefi ise, Vakit’e aiddir..
Yayın hayatının 35 yıldır fiilen içindeyim ve öyle bir iç-eleştiri yazısını kendi sütunlarından yayınlayabilmiş bir başka örnek de hatırlamıyorum.. Vakit de yayınlamayabilir ve ben de o yazımda belirttiğim şekilde kendi yoluma devam ederdim. Yani, ben de tercihimi ortaya koymuşumdur, Vakit de..
Benim rahatsızlığım, ‘beraet etmesine kadar..’ gibi bir sınırlama konulması ve ekranlardan İslam’a ve müslümanlara ağır töhmet teşkil eden ifadelerin ‘kabul edilemezliği’ açıklamasıyla yetinilmesi üzerine kuruluydu, genelde.. Ama, yargı süreci nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, o konuda nasıl bir tavır takınılacağını Hasan Karakaya, evvelki gün, kesin bir dille yazmıştır.
Böyleyken, birçok kişinin itham edici tepki mesajlarına karşı bu hatırlatmaları yapmakla yetiniyor ve bu yönde benim hakkımda dile getirdikleri taleblerini bana değil, gazete yönetimine iletmeleri gerektiğini hatırlatıyorum. Bu, bu yöndeki mesajlara toplu cevabımdır..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.