Lafla bağımsızlık olmaz

Lafla bağımsızlık olmaz

Teoride, yasalarda, Anayasa’da, “adalet mülkün temelidir” amma... Acaba her uygulayıcı adil mi? Şimdi bir hatıra: Sayın Reha Muhtar’ın yönettiği Ateş Hattı programında, canlı yayındaydık. 
Cem Vakfı Başkanı (değerli hemşerim) Sayın Prof. İzzettin Doğan ve başkaları vardı. Fikir açısından sayın Doğan’la tam zıttık. Biz Ali Rıza Demircan Hoca ile beraberdik. Bir iki kişi daha vardı. Stüdyo hınca hınç izleyicilerle doluydu. çoğu da bizleri protesto etmek için getirilmişlerdi. Anlaşılan kıran kırana tartışacaktık.
Nasıl oldu ise, söz demokrasiye geldi. Bana göre o bir oyundu. Ezen de, ezilen de demokrasi diyordu. Ben demokrat olmadığımı söyleyince, karşıdakilerden önce Muhterem Ali Rıza Demircan Hoca yerinden fırladı. “Ben demokratım!” diye bağırıyordu. Sayın Reha Muhtar, “İnşallah demokrat olursun” dedikçe Ali Rıza Hoca “Bana hakaret edemezsin” diye coşuyordu. Bir de bize demokrasi dersi vermeye kalkışmasın mı? Reha Muhtar'ın ısrarla “Kısa kesin” uyarısı üzerine konuşmasını bir cümle ile özetledi: “Demokrasi, çoğunluğun, azınlığın hakkını savunmasıdır” dedi. Bu çok yanlıştı. Demokrasiye yapılan en büyük eleştiriydi.
Bilim dünyasında “Demokrasi çoğunluk diktatörlüğüdür” diyen hukukçular çoğunluktaydı. Sayın Prof. İzzettin Doğan, Ali Rıza Hoca’ya itiraz etti: “Demokrasilerde azınlığın hakkını çoğunluk korumaz. Yargı korur yargı!” dedi. Ben, sayın hemşerime karşı çıktım: “O da yanlış Hoca! Yargı denilen erki uygulayanlar kimler? Tabiî ki insanlar değil mi? Onlar da toplum içinde yaşadıklarına göre, ya çoğunluktan, ya da azınlıktan yana olacaklardır. Bu durumda adalet nasıl teşekkül eder?” dedim.
Sayın İzzettin Doğan, haklı olarak “âdalet hiç mi tecelli etmeyecek Hüseyin Bey?” dedi. Benim bakış açımdan bu zor görünen sorunun cevabı çok kolaydı.
“Hikmetin başı Allah korkusudur. Allah(cc)’tan korkan, başka kimseden korkmayacağı için kararlarında âdil olmak zorundadır” dedim.
Ali Rıza Hoca yanıma geldi. Kulağıma eğilerek, bana gizlice; “Allah senden râzı olsun üzmez kardeşim, benim söyleyemediklerimi sen söylüyorsun” diyordu. “Hoca, sen söyleyemediklerini kulağıma gizlice söyle; ben bütün dünyaya duyurayım!” dedim.
“Anayasa’ya göre ‘Kimse hâkimlere emir ve talimat veremez. îma yoluyla dahi bir telkinde bulunamaz’ mealinde bir hüküm vardır” dedim ve devam ettim:
Sözde hakimler bağımsızdır. Bağımsız bir bütçeleri var mıdır? Hayır.
Kadro ve maaşlarını devletten almazlar mı? Evet. Yasa çıkarma yetkisi TBMM’de, kadro, para ve maaş muslukları da yürütmenin (yani hükümetin) elinde değil midir? Tabiî ki öyledir. Bu durumda yargı nasıl bağımsız olabilir? Demokrat dünyanın her ülkesinde, basın; Yasama, Yürütme ve Yargı’dan sonra dördüncü kuvvettir. Halbuki Türkiye’de birinci kuvvettir. üç-beş yalan manşetle, ülkeyi kaosa sürükleyebilir. Kaosun arkasından da sıkı yönetim ve darbe gelir. Bunun adına da demokrasi(!) denir. İktidarların bile korktuğu basından, yargının da çekinmesi normal değil midir? Yargının bağımsız olmadığı, hâkimlerin vicdanla cüzdan arasına sıkıştıklarını zaman zaman bizzat Yargıtay başkanları söylemiyor mu?
Şu sırada Yüce Yargıtay, kendine bir başkan seçmek istiyor. Turlar haftalardır devam ediyor. ülkemizin en saygın insanları kendi başkanlarını seçemiyor. Geçen dönemde turlar daha çok uzamıştı. Yüce Yargı da, bazı çevrelerce akredite sayılan bir kısım basının haddi aşmış olduğunu anlamış olacak ki... Kartel medyasının en güçlüsü olan bir gazeteyi, hakaret ettiği Abdulmetin Balkanlıoğlu adındaki hocaefendiye 3 bin YTL tazminat ödemeye mahkûm etmiştir.
Bunun için yerel mahkemeyi bütün kalbimizle tebrik ediyoruz.
Bu ilk adımdır. Arkası daha güçlü gelecektir inşallah... Yalnız Berlin’de değil, Türkiye’de de hâkimler vardır.
Bu ülkede her kurum ve kuruluş er geç haddini bilecektir. Huzura kavuşmanın başka yolu yoktur.
Sevgi ve saygılarımla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi