Hacc dönüşü - Yürek yangını - Gazze...
Daha uçağa binmeden kuşandık beyaz ihramlarımızı... Kefenlerimize büründük yani... Dünyevi kisvelerimizi dürüp-büktük ve atıverdik bir kenara... Mahşer yolcuları olarak bir anda eşitleniverdik...
Ölmeden önce ölmeye, hesaba çekilmeden önce hesap vermeye, kirlerimizden, paslarımızdan arınmaya, Allah için umre ve hac yapmaya niyetlendik... Peki, hazır mıydık ölüme, kıyamete, haşra, hesaba?.. Hazır olmalıydık... Sevdiklerimize veda edip el salladık bile... Kalplerimiz de veda etmeli...
İhramlara bürünmüş olarak ilk namazlarımızı kıldık ardından... Arkamıza atarak dünyayı, “Allahu Ekber” dedik; “En büyük Allah’tır”; “Büyüklük sıfatı yalnız O’na aittir”; “Sadece O büyüktür”; yani O’nun dışında her şey küçüktür, hiçtir... Teslimiyet O’na, kulluk O’na, gidiş O’nadır... O’na, O’nun Beyt’ine/Kâbe’ye varıncaya kadar dillerden hep aynı kelimeler döküldü:
“Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk; inne’l-hamde ve’n-ni‘mete leke ve’l-mülk; lâ şerîke lek: Emrindeyim buyur Allah’ım, buyur! Emrindeyim buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrindeyim buyur! Şüphesiz hamd sana mahsustur; nimet de senin, mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur.”
Kâbe tüm heybeti ile karşıda belirince göz pınarları harekete geçti... “Fe’l-ya‘budû Rabbe hâze’l-beyt: Şu beytin (Kâbe’nin) Rabbine ibadet edin!” (Kureyş/3) emri, daha bir anlamlı, daha bir canlı hale geliverdi birden... Beytullah işte karşımızdaydı; işte şuracıkta, birkaç adım mesafede önümüzdeydi...
Kabe’yi tavaf eden insan seline katılmak için sabırsızlanan gönüller, damla damla eklendi ümmet okyanusuna... Tek yürek, tek beden olarak... Dillerde aynı tekbir, aynı tesbih, aynı dua, aynı niyaz... Etrafa, izdihama aldırmadan Beyt’e odaklanmış aşık gözler, titreyen yürekler, kanatlanmış pervaneler... Cennet’e uçmanın yolu bu: “Haydi gir kullarımın arasına! Ve gir cennetime!” (89/29-30)... Ve sonra, “Makam-ı İbrahim’i namaz yeri edinin”(2/125) emrine uyarak kılınan iki rekat huşû dolu namaz...
Ardından sa’y: Hacer annemizin Safa ile Merve -ki Allah’ın şiarlarındandır(2/158)- arasında gidip gelerek İsmail’i için su arama çabasını sembolize eden, Rasûlüllah’ın da müşriklere karşı güç gösterisi yapmaya vesile kıldığı kutlu ibadet... Ödül: Zemzem!.. Hz. Hacer’in kusursuz teslimiyeti ve umut dolu çabası öyle bir karşılık buluyor ki; o gün-bugün, milyarlar, trilyonlar zemzem içiyor, ülkelerine taşıyıp sayısız insana zemzem içiriyor ve hepsi Hacer validemize dua ediyor... İşte sa’yin/çabanın bereketi!..
Sonra ihramdan çıkış... Umre bitti... Sıra haccda... Hacc; Rabbimizin “gücü yetenler üzerindeki hakkı”(3/97). Çıkış amacımız hacc... Asıl heyecan orada, coşku orada, ümmet okyanusunda bir damla olmak orada... Mahşeri bu dünyada yaşamak için Arafat’a koşuyoruz... Arafat “mahşer mi hakikat mahşer”!.. Vakfe: tevakkuf yani durmak, dinlemek/dinlenmek... Vakfe: vukûfiyet yani düşünüş, vakıf oluş... Adem babamız ve Havva annemizin yani insanlığın serüvenini yani kendi serüvenimizi anlamak, kavramak için durmalı ve düşünmeliyiz... Yalnızca O’na yönelmeli, sadece O’na odaklanmalıyız... Öğle ve ikindiyi cem edip güneş batıncaya kadar tefekkür, tezekkür, tedebbür, dua, niyaz, yakarış sürmeli...
Sonra Arafat’tan hep birlikte dalgalar halinde, bir sel gibi Meş’âr-i Haram’a akıp orada Allah’ı anmalı, zikr ü tesbih etmeliyiz(2/198)... Müzdelife Vakfesi bu... Mina’da düşmanla savaşmak için hazırlığı burada yapmalı, mermileri buradan toplamalıyız... Sonra şafakla beraber Şeytan’a hücum!..
Şeytan taşlamak; elbette sembolik bir eylem! Ve Şeytan sadece Hz. İbrahim’e, Hz. İsmail’e, Hz. Hacer’e (aleyhimüsselam) musallat olmadı; bugün ve kıyamete kadar İbrahimî yolda, Hanif çizgide yani Tevhid istikametinde yürüyenlerin önündeki en büyük, en tehlikeli engel, apaçık düşman... O halde büyüğüyle, ortasıyla, küçüğüyle tüm yeryüzü şeytanlarını, küresel ve yerel şeytanları, onların hizbini, askerlerini, işbirlikçilerini, içimizdeki şeytani dürtüleri, vesveseleri taşlamalı ve bu taşlamayı sonsuza dek sürdürmeliyiz... Sayılar bunun için yedi’dir, toplamı yetmiş’tir ve çokluğu, sonsuzluğu ifade eder... Tavaf da, sa’y da yedi’dir. Yani kıyamete dek Allah’a sürekli ibadet ve şeytana karşı kesintisiz savaş...
Sonra kurban, tıraş, ihramdan çıkış, farz tavaf, sa’y, şeytan taşlamalar, veda tavafı ve dönüş...
İmdi; “Şeytan ve hizbine rağmen Bismillahi Allahu Ekber” deyip attığımız taşlar eğer hedefini bulmuş olsa, büyük şeytan İsrail, hacc coşkumuzu yüreğimize tıkarcasına yüzlerce Filistinli kardeşimizi bir çırpıda ve pervasızca katledebilir miydi Gazze’de? Arafat’ta, tavafta, sa’yda, namazda omuz omuza tek yürek olan milyonlarca mümin, bu vahdeti haccın dışına da taşıyabilseler, Siyonist katiller o insan selinin tükürüklerinde boğulmaz mı? Tavafın, sa’yın, vakfenin, meş’arın, şeytanları taşlamanın hakkını vermiş olsak, ins ve cin şeytanlarının tuzakları bozulmaz mı? Bir süre önceleri İslâm Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun gündeme getirdiği, ‘İKÖ’nün ortak bir askeri gücü olmalı’ (hadi adını biz koyalım: İslâm Barış Gücü) teklifi ciddiyetle tartışılıp fiiliyata geçirilse, müslümanları böyle katletmeye cesaret edebilirler mi? Nusrete layık olsak fetih gelmez mi? Bizi nusretine lâyık et yâ Rab!
“Şüphesiz Allah müminleri müdafaa eder; şüphesiz Allah hiçbir haini ve nankörü sevmez.” (22/38)
“Kesinlikle Allah kendi(dini)ne yardım edene yardım eder. Şüphesiz Allah çok güçlü, çok izzetlidir.” (22/40)
“Kim kendine yapılan saldırıya aynıyle karşılık verir de sonra yine saldırıya uğrarsa, elbette Allah ona yardım eder.” (22/60)
Not: 3 Ocak Cumartesi günü (yarın), Araştırma ve Kültür Vakfı’nda “Hac-Ümmet Bilinci ve Gazze”yi konuşacağız. Bütün okuyucularım davetlidir.
Yer: AKV Horhor girişi/Fatih
Saat: 17.30
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.