TSK ve İsrail ve Kıvrıkoğlu
28 Şubat sürecinin daha da şiddetlenerek devamında etkin bir rol üstlenmiş ve bunu “Gerekirse 28 Şubat bin yıl sürer” sözüyle hafızalara kazıyarak göstermiş olan eski Genelkurmay Başkanlarından e. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun unutulmaz beyanlarından biri daha şu günlerde yeniden gündemde.
Filistin’deki İsrail vahşetinin yine tırmandığı günlerde Türkiye’nin İsrail’le askerî işbirliğine yönelik eleştirilere tepkisini dile getirmek için “Bazıları anasından Yahudi düşmanı olarak doğmuş” gibi bir söz sarf edebilmişti Kıvrıkoğlu.
Bilindiği gibi, “Yahudi düşmanlığı” günümüz dünyasında çok ağır ve tehlikeli bir suçlama.
ABD ve Avrupa başta olmak üzere Batı ülkelerinde “antisemitizm” olarak isimlendirilen bu tavır, sert cezaî yaptırımlara konu olan bir suç.
Öyle ki, “İddia edildiği gibi Yahudi soykırımı diye bir olay yok” diyen bazı Batılı tarihçilerin yargılanarak hapis cezası aldıkları dahi görüldü.
Bizde de İsrail’e ve bazı Yahudilerin yanlış tavırlarına yönelik eleştirilerin yargı konusu yapıldığını biliyoruz. En yakın örneklerden biri, yazarımız Ali Ferşadoğlu’nun, bu nitelikteki bir yazısından dolayı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla TCK 312’den yargılanması. Gerçi dâvâ beraatle sonuçlandı, ama açılması bile başlı başına bir baskı ve yıldırma ifadesiydi.
Demek istediğimiz o ki, siyonizm ve İsrail eleştirileri, sahipleri açısından çok riskli bir alan.
Hal böyle iken, Türkiye’de bir Genelkurmay Başkanının “Yahudi düşmanlığı” gibi provokatif bir suçlamada bulunması, Türkiye’nin bu noktada ne kadar ciddî sıkıntılardan geçtiğini gösteren çok düşündürücü örneklerden sadece biri.
Bir diğeri, yine Kıvrıkoğlu döneminde 1. Ordu Komutanlığına getirilmiş olan e. Org. Necdet Timur’un, geçtiğimiz günlerde basına akseden mektubunda sergilediği İsrail muhabbeti.
Göreve geldiği günden itibaren, Musevî Cemaati Başkanının kendisinden randevu talebinde bulunmasını beklediğini yazan Timur, sabırsızlıkla gözlediği bu talep ortak bir dostları kanalıyla iletildiği zamanki hissiyatını “Ne kadar sevindiğimi anlatamam” sözüyle dile getiriyor.
Bu ilk görüşmeyi, Selimiye kışlasında yemekli bir buluşma, ardından ailecek yapılan ev ziyaretleri takip ediyor. Ve her buluşmayı “bitmesini istemediğimiz zaman dilimleri” olarak niteleyen Timur, emekliye ayrıldıktan sonra daha çok buluştuklarını, sivil toplum kuruluşlarında birlikte görev aldıklarını, v.s. uzun uzun anlatıyor.
Musevî Cemaati Başkanıyla arasındaki ilginç dostluğu “Şarap gibidir, yıllandıkça değerini arttırır” sözüyle ifade eden bu üst düzey TSK bürokratı, söz konusu başkan için “Kendisini yıllar önce basından tanır, Türkiye ve İsrail için değerli hizmetler yaptığını duyar ve okurdum. Bunları yazmaktaki amacım, onun daha nice yıllar Türkiye ve İsrail için olan önemini paylaşmaktır” ifadelerini kullanıyor. (Vakit, 19.12.08)
Böylece odağında “milletin bağrından çıkan TSK’nın yerleştirildiği” ilginç ve düşündürücü bir ilişkiler ağı ortaya çıkıyor. Bu ağda Türkiye-İsrail ilişkilerinin askerî boyutu, kişisel dostluklarla da harmanlanarak bu boyutlara taşınıyor.
Peki, yakınlarda çıkan kitabıyla başka çevrelerde de kendisiyle ilgili sempati rüzgârları estirilmeye çalışılan cemaat başkanı ve yakın dostu emekli orgeneral, İsrail’in son günlerde Gazze’deki katliâmları için acaba ne düşünüyorlar?
Bilhassa Türkiye ve İsrail için “değerli hizmetler yaptığı” ve iki ülke ilişkileri açısından çok önemli olduğu, bir emekli Türk generalince dile getirilen cemaat başkanının bu konuyla ilgili bir açıklamasını şu âna kadar görmedik, duymadık.
(Unutmadan ilâve edelim: Timur’un 1. Ordu Komutanlığına oturduktan sonra yaptığı ilk işlerden biri, başörtüsü yasağını Marmara İlâhiyat’a taşımak üzere bu fakülteye dekan tayin edilen Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ı makamında ziyaret ederek destek mesajı vermek olmuştu...)