Hisseli kıssalar

Hisseli kıssalar

Dün ilköğretim ve liselerde milyonlarca öğrencimizin karnelerini alma günüydü. Birçok evde tatlı bir heyecan yaşandı.
çocukların ve gençlerin heyecanı bir yana, eminim biz büyükler de, sıralara vurarak “Akdeniz Karadeniz, karneleri isteriz” diye bağırdığımız günlere gitmişizdir.
Kıssalarımıza karneyle başlayalım isterseniz.

Karneler günüydü.
Küçük oğlan okuldan dönünce annesi sordu:
-Karnen nerede?
çocuk güldü:
-Arkadaşıma ödünç verdim. Babasını korkutacakmış!..
Şakacı çocuk belli ki.
Ama olsun;
çocuklarımızın “ya evde bir şey olursa” korkusunu duyup bunalımlara girmesindense, şaka yapmayı düşünmeleri daha iyi.

Yine bir karneler günüdür.
öğrencinin vaziyeti pek parlak değildir.
Eve gidip karnesini babasına göstermeye korkmaktadır.
Belki faydası olur diye telefonla annesini arar:
-Anneciğim, birazdan eve geliyorum. Maalesef karnem felaket. Ne olursun, ben gelinceye kadar sen babamı hazırla!..
Duruma canı sıkılan ve morali bozulan annesi, oğluna şu cevabı verir:
-Baban hazır, asıl sen kendini hazırla!..
Uzmanlar günlerdir uyarıyor;
Karnelerden dolayı çocuklara gösterilecek sert tepkiler çok vahim sonuçlara yol açabilir. Sakın bazı derslerde başarısız diye çocuklarınıza kızıp bağırmayın.
Doğru.
Her şey bir yana biz büyükler durup düşünmeliyiz:
Maazallah,
Ya çocuklarımız da biz büyüklerinin hayattaki başarı durumlarına bakıp bize karne vermeye kalksalardı?
Efendim?

Ne derece doğrudur bilemiyorum ama rahmetli üstad Necip Fazıl Kısakürek’le ilgili anlatılan bir anekdot vardır.
üstat bir gün kürsüde konuşurken densizin biri kürsüye doğru -affedersiniz- bir hıyar fırlatmış.
İstifini bozmayan üstad kalabalığa doğru şöyle seslenmiş:
“Birisi buraya kimliğini düşürmüş, gelsin alsın!”
Günümüzde kürsülerde ve ekranlarda konuşma meraklısı o kadar çok zevat var ki.
Birçoğu da ya hakikati bayıltıyor ya da söyledikleri incir çekirdeğini doldurmaz.
Rahmetli üstad sağ olup da birçok kifayetsiz muhterisin kürsülerde içi boş ve derinliksiz nutuklar attığını görseydi, kim bilir belki de şöyle derdi:
“Bizim zamanımızda kürsülere hıyar atılırdı, şimdiyse hıyarlara kürsüler atılıyor!”

Yaşanmış bir olay.
Okuma yazması olmayan Hurşit Dayı, postadan gelen bir mektubu okutmak için muhtara gider.
Muhtar bir gece önce gözlüğünü düşürüp kırmıştır.
“Valla Hurşit Dayı” der, “Gözlüğüm yanımda yok ki okuyam!”
Bu sözler üzerine odadan çıkan Hurşit Dayı, doğru kasabaya gider ve gözlükçü dükkanından içeriye girer.
Gözlükçü, bütün gözlükleri tek tek Hurşit Dayı’nın gözünde dener ama her defasında “Yok, bununla da okuyamim” cevabını alır.
Sabrı tükenen gözlükçü kızar:
-Yav Dayı, sen okuma bilmiy misin?
Kızma sırası Hurşit Dayı’dadır:
-Hey biçare hey, okumayı bilsem gözlüğü nedem!!!!
Malum, bu aralar gene çetelerle yatıp çetelerle kalkıyoruz.
Vatanın elden gittiğine inanan nice anlı şanlı zevat, bir araya gelip çetesini kuruyor.
Dedik ya; adamlar ülkeyi seviyorlar.
Yoksa inanmıyor musunuz?
Hey biçareler hey;
ülkeyi sevmeseler, çeteyi netsinler!

90 yaşındaki kadın, 70 yıldır evli olduğu kocasından boşanmak için mahkemeye başvurmuştu.
Hakimle aralarında şöyle bir konuşma geçti:
-Neden boşanmak istiyorsun?
-Bana manevi baskı yapıyor hakim bey.
-Nasıl yani? Ne yapıyor ki?
-Daha ne yapsın! Geçen gün doğum günüm için hazırladığım pastadaki mumlara üflemesini söyledim. Gitti, yan odadan vantilatör getirdi!
Malum; bu aralar “baskılar” moda.
özellikle de mahalle baskısı.
Aslolan bir gerçek var ki, birçok genç kızımız “devlet baskısı” nedeniyle eğitim hakkından mahrum bırakılıyor.
İnşallah bu iş çözülür de, her türlü şeyin baskısı, “elbise askısı” olur.
“Bu da ne demek” derseniz;
Valla yazdığım o cümleyi ben de pek anlamadım ama kafiyesi güzel!..

Kadının biri kiliseye giderek günah çıkarma hücresine girmiş ve anlatmaya başlamış:
“Beni bağışlayın aziz peder. Kitapta yazılı yedi büyük günahtan birini, kibir suçunu işledim.”
Papaz sormuş:
-Bu kanaate nasıl vardınız?
“Anlatayım aziz peder” demiş kadın, “Günde birkaç kez uzun uzun aynaya bakıyor ve kendi kendime ‘Ben ne güzel bir kadınım, ben ne güzel bir kadınım’ diyorum.”
Peder aradaki kafes pencereyi açıp kadına biraz daha yakından baktıktan sonra, “Lütfen üzülmeyin hanımefendi” demiş, “Size çok iyi haberlerim var. İnanın böyle yapmakla sizin bir günahınız yok. Sadece yanlışınız var!”
Kıssanın hissesine gelince;
Onu da siz bulun artık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi