Başbuğ'un sorularına cevap
Başbuğ’un soruları
Kara Kuvvetleri Komutanlığı günlerinden bu yana konuşmalarında cemaatler konusunu hep gündeme getirdiğini izlediğimiz Başbuğ, Harp Akademilerindeki son konuşmasında cemaatlerle ilgili olarak soruyor.
Bu soruları aktarıp, cevaplarımızı verelim:
“Din eksenli bazı cemaatleri, hareketleri, anayasanın 24. maddesine göre nereye koyacağız?”
* O madde, devletin düzeniyle ilgili. Cemaatlerin ekseriyetinin çalışma alanı ise sivil toplum. 24’ün kapsamına girmeleri söz konusu olamaz.
“Önemli olan dinin, dinî duyguların ve dince kutsal sayılan şeylerin, herhangi bir şekilde herhangi bir amaçla istismarını önlemek değil mi?”
* Elbette ki başka değerlerin olduğu gibi dinin de istismarı önlenmeli. Ama bunun yolu şimdiye kadar uygulanagelen, dini vicdanlara hapsedip toplumsal alandan dışlayan ve bunun için laiklik istismarına dönüşen demagojik, baskıcı ve dayatmacı yöntemler olmamalı. Ve bu konunun çözümü toplumun sağduyusuna bırakılmalı.
“Dinin araçsal hale getirilmesi, dine yapılabilecek en büyük kötülük değil midir?”
* Şüphesiz öyle. Bunu önlemek için, dini devlet eliyle resmî ideoloji kalıplarına göre biçimlendirme heveslerinden başlayarak, bu yöndeki bütün girişimlerin tedavülden kaldırılması ve Said Nursî’nin, dinin kâinattaki en yüksek hakikat olup arzî ve dünyevî hiçbir şeye âlet edilemeyeceğini ısrarla vurgulayan anlayışının güçlü bir şuur halinde topluma mal edilmesi gerekir.
“Dinsel cemaatlerin siyasal alanda rol alması, modernitenin çok önemli bir özelliğinin aşındığı anlamına gelmez mi? Modern toplumlarda, kişi artık bir cemaatin üyesi olarak değil, birey ve vatandaş olarak yer almıyor mu? ”
* Cemaatlerin siyasî aktörler olarak politikada ve iktidar yarışında yer almasının yanlış olduğunu ve bunun cemaat kimliğine zarar vereceğini biz de hep savunageliyoruz. Ancak kişinin cemaat mensubu olmasını birey ve vatandaş kimliğiyle çelişen bir durum olarak görmek son derece yanlış. Cemaat mensupları da pekâlâ birey ve vatandaş olabilirler. Nitekim oluyorlar. Bazılarında bu açıdan problemler yaşanıyor olabilir. Ama toplumun her kesiminde olduğu gibi oralarda da bunları ve diğer sorunları gerek kendi iç dinamikleriyle, gerekse genel atmosferin etkisiyle çözmeye yönelik bir süreç yaşanıyor. Müdahale olmazsa, kendi akışı içinde herşey yerli yerine oturur. Gölge edilmesin, yeter.
“İnanan/inanmayan, dindar/dindar olmayan ayrımı yapanlar, diğerlerinin iman ve dinî inançlarını değerlendirmeye kalkarak aslında İslâm dinine karşı büyük bir suç işlemiyorlar mı?”
* Kim bu ayrımı yapıyor? Toptancı suçlamalardan kaçınmak gerektiğini belirten Başbuğ, bu suçlamanın adresini de vermeli ki, konu netleşsin. Yoksa böyle ortaya yapılan genel ithamlar herkesi incitir. Bunların başında da, kendisinin “mütedeyyin” olarak nitelediği kesimler gelir. Ki, mütedeyyin insanlardan söz etmek, öyle olmayanların da varlığı dikkate alındığında, bu mantıkla, eleştirdiği ayrımcılık faslına girmez mi?
“Bu sosyal gruplaşma ve cemaatleşmeler toplumu ciddî boyutta kutuplaşma ve bölünmelere götürmüyor mu? Bu bölünme ve kutuplaşmalar ciddî güvenlik sorunlarına ileride dönüşmez mi?”
* Türkiye’de cemaatler iddia edildiği gibi kutuplaşma ve bölünmelere yol açmak şöyle dursun, tam tersine maruz kaldıkları onca kötüleme ve haksızlığa ve de herşeye rağmen toplumda kardeşliğin, birlik ve beraberliğin en sağlam dayanağını teşkil ettiler. Hattâ Başbuğ’un “PKK etnik çatışma çıkarmayı başaramadı” tesbitinin altında dahi cemaatlerin bu hizmetleri yatıyor.
Sonuç: “Milletin her bireyi bizim için değerlidir” diyen Başbuğ, cemaat mensuplarına da bu kapsayıcı bakışla kucak açabilmeli. Ve halkın “Peygamber ocağı” olarak baktığı TSK’yı, bu bakışa gölge düşüren başörtüsü yasağı ve dindarların tasfiyesi gibi yanlışlardan arındırabilmeli.