Sadece güllerin değil, Her şeyin efendisi

Sadece güllerin değil, Her şeyin efendisi

İnsanlar bu üç günlük dünyada; evleri, elbiseleri, arabaları için model ve motif, nesilleri için idol arıyorlar, bunun için üniversiteler, enstitüler, argeler oluşturuyor ve milyarlarca paralar harcıyorlar. O halde kendimiz ve neslimiz için en güzel örnek ve idol Resûlullah (sav) tır.
Hicri 4. asrın başlarında mevlit kandilinin, 1996 yılında da “kutlu doğum haftası”nın kutlanmaya başlaması takdire şayan ve bir çok hayırlara da vesiledir. Özellikle kitle iletişim vasıtalarının neslimize topçuları, popçuları, türkücüleri, dansözleri vs züppe ve soytarıları tanıtma ve ezberletme yarışına girdikleri günümüzde, bu işin önemi daha güzel anlaşılıyor.
Şu halde Resûlullah (sav) ı anmaya dair tüm etkinliklerin en önemli hedefi; Resûlullah (sav) ı neslimize tanıtmak, sevdirmek, yegane örnek ve önder olduğunu, ona (sav) ümmet olmak isteyen her Müslümanın, hayatını onun öğretilerine göre programlaması gerektiğini öğretmek, onun kutlu sahabeleriyle (Rırvanullahi aleyhim ecmain) bu yüce davayı bizlere miras bırakmak için ne kadar büyük çile ve cefalara katlandıklarını bir nebze olsun anlatmaktır.
Kutlu doğum haftaları ve mevlit kandillerinde biraz dua, zikir, salavat ve mevlit okumayla iktifa edip asıl hedef unutulursa bu işin pek bir esprisi kalmaz.
Bir diğer konu kutlu doğum haftasının istismarı ve kuşa benzetilmiş bir peygamber ve islamın bilinçaltına pompalanması. Dikkat ederseniz, “güllerin efendisi” “şefkat ve merhamet peygamberi” vb alabildiğince ılımlı! ve hoşgörülü mesajlar öylesine yoğun işleniyor ki…
Resûlullah (sav) sadece güllerin efendisi değil elbette… O (sav) güllerin, gönüllerin, zahitlerin, abitlerin, mücahitlerin, hakimlerin, müftilerin, babaların, komşuların, arkadaşların, akrabaların, komutanların, tüccarların, her tür güzel ahlakın, kısaca tüm güzellerin ve güzelliklerin efendisidir.
Ancak onun sadece şefkat-merhamet ve güzel ahlak yönünü ön plana alıp diğer yönlerini bilerek veya bilmeyerek, belki de kasten göz ardı etmeye çalışmak Resûlullah (sav) ın öğretilerine aykırı bir davranıştır.
Bilindiği üzere son yıllarda bu çarpıtma o kadar yoğun işleniyor ki, bir çok insan Resûlullah (sav) ın, düşmanları da dahil hiç kimseye asla beddua etmediğine inanmaktadırlar. Halbuki muteber hadis kitaplarını ve Resûlullah (sav) ın siyerini incelediğinizde onun yüzlerce beddualarına rastlarsınız.
Evet Resûlullah (sav) ın, kendi şahsı için kimseye ağır bir söz ve davranışı olmamıştır. Ancak islama ve islamın kudsi değerlerine bir kasıt olduğunda gadabından Ashabı Kiram (Rıdvanullahi aleyhim) ın, Resûlullah (sav) ın huzuruna çıkmaya dahi cesaret edemediği, yüzüne bakamadığı analar olmuştur. Sadece iki örnek;
1. hendek savaşında çarpışma öylesine şiddetli devam ediyordu ki, Resûli Kibriya Efendimiz, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını bile vaktinde kılma imkân ve fırsatını bulamadı. Zâtına eziyet ve hakaret edenlere bile beddua etmeyen Kâinatın Efendisi, namazlarını kazaya bıraktırdıklarından dolayı, onlara, "Onlar nasıl, güneş batıncaya kadar uğraştırıp, bizi namazımızdan alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun!" diyerek beddua etti; daha sonra, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını ashabıyla birlikte kaza etti. (ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 68; Tirmizî, Sünen, c. 1, s. 337.)
2. Benî Âmir Kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Bera Amir b. Mâlik, Peygamberimizi ziyaret maksadıyla Medine'ye geldi ve: "Yâ Muhammedi.. Beni davet ettiğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer sahabîlerinden birkaçını Kur'ân ve sünneti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!" dedi.
(…)İrşad ve tebliğ heyeti Bi'ri Mauna denilen mevkie vardı. Burası, Medine'nin doğu tarafına düşen, Süleym ile Âmir Oğulları yurtları arasında kalan, Benî Süleym'e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz. Resûlullah'ın mektubunu Amir b. Tufeyl'e götürmek vazifesini, Haram b. Milhan üzerine aldı. Bu sahabî, mektubu götürüp ona teslim etti. Ne var ki, mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi sahabîyi orada şehid etti.
Bununla da yetinmedi; Âmir Oğullarını, heyetteki diğer sahabîleri de öldürmek için yardıma çağırdı. Ancak, Âmir Oğulları, önceden Ebû Bera'ya, gelecek irşad heyetine dokunmayacaklarına dair söz vermiş bulunduklarından, bu adama yardıma yanaşmadılar.
Benî Âmir'den yardım konusunda red cevabı alan Âmir, bu sefer kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kin ile dolmuş Süleyman Oğullarından birkaç kabîlenin yardımını temin etti. Hep birlikte, Mauna Kuyusu mevkiinde olup bitenden habersiz bekleyen masum sahabîleri de şehid etmek üzere harekete geçtiler.
Bu seçkin sahabîlerinin haince bir suikaste kurban gitmelerinden dolayı, Peygamber Efendimiz, son derece üzüldü. Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu cahillikte bulunanlara beddua etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca şu bedduada bulundu:
"Allah'ım!.. Mudar Kabilelerini kahreyle!
"Allah'ım!.. Onların yıllarını Yusuf Peygamber'in kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına dar getir!
"Allah'ım!.. Lihyan Oğullarını, Adal, Kare, Zi'b, Rı'l, Zekvan ve Usayya Kabilelerini Sana havale ediyorum. Zîra, onlar, Allah'a ve Resulüne karşı geldiler!" (İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 53.)
Peygamberimiz, bu bedduasına bir ay boyunca her vakit namazından sonra devam etti. Sahabei Kiram da "Âmin." dediler. (Ebû Davûd, Sünen, c. 2, s. 68.)
Fahri Kâinat'in bu duası kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık kuraklık başladı, yağışlar kesildi, sular çekildi, her taraf yanıp kavruldu.
Kutlu doğum haftası vesilesiyle dikkat etmemiz gereken diğer bir konu da Resûlullah (sav) ın sünneti hakkında yapılan kasıtlı girişimlerdir. Bu konuda şu hususlara dikkatinizi çekmek isteriz;
• İslamın temel esası kuran ve sünnettir.
• İslam düşmanlarının hedefi geçmişte de şimdi de bu esaslar olagelmiştir.
• Kur'an ilahi güvencede olduğundan oklar daha çok sünnete yönelmiştir.
• Sünnet Kur'an gibi ilk andan itibaren yazılmadığı ve kitap haline getirilmediği için bir çok taarruza uğramıştır.
• Bu tarruzlar dışarıdan olduğu gibi içerden de olmuştur.
• Bu taarruzlar hadis uydurma, ekleme-çıkarma veya hadisi yanlış yorumlama şeklinde olabilmiştir.
• Dışarıdan özellikle müsteşrikler.
• İçerden taassup ehli bazı fırkalar taraftar toplamak için bu yola başvurmuşlardır.
• kendi görüşünü haklı çıkarmak isteyen ehliyetsiz müctehitler de bunu yapabilmiştir.
• Ancak İslam alimleri sadece hadislerin metinlerini değil, hadis ricalini dahi didik didik ederek en küçük bir şüphe bırakmayacak şekilde bu konuyu halletmiş usulül hadis ilmini te’sis etmiş ve geliştirmiştir.
• Günümüzde reformist, batı hayranı kompleks ehli niceleri sünnet konusunda kafa karıştırmaktadırlar.
• Aslında sünnete saldıranların hedefinde Kur'an vardır ancak önce hadisle başlamaktadırlar ki foyaları ortaya çıkmasın.
• Geçmişteki içerden-dışardan bir sürü mülhid muvaffak olamamış, bu günkü onların uzantıları da muvaffak olamayacaktır.
• Asıl hastalıklı olanlar selefi salihinin büyük emeklerle bize miras bıraktıkları Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, Hakim, İbnu mace, Beyhakî vb devasa ilmi eserler değil, onlara şaşı bakan kafalardır. Hasbel kadar bir meal okuyan, hadis ilminin semtine dahi uğramamış bazı çağdaşların kendi kafasında ki şablonuna uymayan hadisler hakkında ileri geri konuşması saçmalıktır.
• Su pınardan çıktığı zaman temiz ve berraktır. Kaynağından uzaklaştıkça bir şeyler karışır ve bulanır. Dolayısıyla sünnet konusunda bu günün reformist ve dinarı dine tercih eden çağdaş!!! Filim erbabına değil, devri saadetin pak havasını teneffüs etmiş olan ilim ve takva ehli gerçek ilim ehline güvenelim ve onlara kulak verelim.
Birkaç ayet mealinin tefekkürüyle bitirelim:
“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 4/65)
“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab 33/36)
“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21)
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (Ali İmran 3/21-32)
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin. Şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve ahirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.” (Ahzab 33/56-57)
Rabbim bizleri Resûlullah (sav) ın yolundan ayırmasın… bizleri ona hakkiyle ümmet eylesin… bizleri onun şefaatına mazhar eylesin amin!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi