Hisseli kıssalar

Hisseli kıssalar

Hepinizin bildiği bir hikayedir;
Cenaze namazı kıldıracak imam bulunamayınca, bir grup cemaat, başındaki sarığa bakarak Bekri Mustafa’ya gelmişler:
-Cenaze ortada kaldı, bize bir cenaze namazı kıldır da defnedelim mevtayı.
Bekri Mustafa “olmaz” falan demişse de, çok ısrar etmişler.
Bekri, elinden geldiği kadarıyla cenaze namazını kıldırmış.
Mevta tam omuzlara alınacakken de ağzını tabuta yanaştırıp bir şeyler fısıldamış.
Birisi “Hocam, ne dediniz mevtaya” diye sorunca Bekri cevap vermiş:
“Mevtaya dedim ki, eğer sana öteki dünyada bu dünyanın ahvalinden sual edecek olurlarsa, onlara Bekri Mustafa imam oldu dersin, onlar dünyanın ne halde olduğunu anlarlar artık!”
CHP lideri Deniz Baykal’ın hafta içinde Meclis’te yaptığı, bol bol ayet tefsiri, hadis ve İmam-ı Azam içtihatlarıyla dolu konuşmasını görünce, bu fıkrayı hatırladım.
Baykal bir yandan çok önemsediğini söylediği laiklik ilkesinin canına okudu, -ki bu konuşmayı bir AK Partili yapsaydı, ‘burası din devletinin meclisi mi’ diye yeri göğü oynatırlardı- bir yandan da hiç anlamadığı din konusunda ahkam keserek dudakları uçuklattı.
Şu halde;
Bu ülkede hem dinin hem laikliğin ne hale getirildiğini sual eden olursa, onlara cevabım hazır:
-Her ikisi de Baykal’ın dilinde!..

Temel ve Dursun, Galatasaray ile Real Madrid arasında oynanan Süper Kupa maçını televizyondan seyrediyorlarmış.
Galatasaray maçı 2-1 kazanıp kupayı alınca, Fenerli olan Dursun, Temel’i kızdırmak için “Tabii yenerler” demiş, “Baksana Galatasaray’ın 5 futbolcusu yabancudur!”
Temel sert sert bakmış Dursun’a:
-N’olacak ki! Real Madrid’in hepisu yabancu!
Bir çoğu giydiklerini Paris’in, Londra’nın, Milano’nun alışveriş merkezlerinden almış süslü beyler ve hanımlar, televizyonlara çıkıp “Türban Anadolu örtüsü değildir, yabancılardan ithaldir. Arap emperyalizminin sonucudur” diyorlar.
Sanırsın, kendi giyim kuşamları Anadolu’nun asırlara varan geleneklerinden kopup gelmiştir.
Gel de Temel gibi söyleme şimdi:
-Sizinkinin hepisu yabancu!

Mehmet Barlas anlatmıştı:
Vatikan, Afrika’daki bir yamyam kabilesini Katolik yapmak üzere, bölgeye bir misyoner papaz göndermiş.
Gel gör ki, bir süre sonra, papazdan hiç haber gelmez olmuş.
Papa’nın emriyle derhal bir papaz daha gönderilmiş yamyam bölgesine…
Yeni papaz, birtakım araştırmalardan sonra, kayıp meslektaşının son görüldüğü yamyam kabilesini bulmuş.
Hışımla kabile şefinin çadırına girmiş:
-Buraya benden önce gelen papaz arkadaşım nerede?
Şef biraz düşündükten sonra gülümsemiş:
-Haa, o mu? çok vaaz verdi… Sıkıldık.. Yedik onu!..
Bizde de, çağdaşlık adına yıllardan beri bozuk plak gibi aynı şeyi söyleyen kesimler var.
Her özgürlük talebine, her değişime, demokratik bir hukuk devleti olma yolunda atılacak her adıma sözde çağdaşlaşma adına derhal karşı çıkan bu arkadaşlar, inanın, insanın uykusunu getiriyorlar.
İyi ki nevi şahsına münhasır çağdaşlık anlayışlarını Afrika’nın bazı geri kalmış kabilelerine de anlatmaya çalışmıyorlar.
öyle ya,
Ya anlatsalar da, maazallah, dinleyenler sıkılsa…

Cam yıkayıcı bir çocuk, sabah akşam “Bizim üniversitelerimizde başörtüsü diye bir sorun yoktur. Kızlarımız başını açıp huzur içinde derslere giriyor” diyen bir rektöre arabasının kirden görünmeyen camlarını göstererek “Sileyim mi efendim” demiş.
Rektör, “İstemem, camlar temiz” deyince, çocuk ikinci bir öneri getirmiş:
“O halde izin verin de, gözlüklerinizi sileyim!”
Yoruma gerek var mı?
Xxx
Diş Hekimleri Odası’nın araştırmasına göre Türk insanının dişleri, yüzde 80’leri aşan oranda çürükmüş.
Yoksulluğumuza bakılınca belki diş çürüklüğü de bir nevi bir teselli olabilir.
öyle ya;
Ya hem doğru dürüst beslenecek paramız olmadığı halde, hem de kehribar tespih misali dizi dizi ve sapasağlam dişlerimiz olsaydı!

Cemal sabah akşam kahvede kumarın başından kalkmıyordu.
Evde ne var ne yoksa satmıştı.
Cemal bir gün kumar esnasında kalp krizinden gidince, karısına haber verme görevini yakın arkadaşı Temel’e vermişler.
Temel, Cemal’in evine varıp karısına “Cemal kayıp yenge” demiş.
çamaşır makinesi de satıldığı için, giysileri elinde yıkamak zorunda kalan Cemal’in karısı sinir içinde “Cehennemin dibine citsun” deyince, Temel’in cevabı kısa olmuş:
“Citti.”
Hisseye gelince; valla ben pek hisse bulamadım.
Anlattık işte!..

Abdullah Cevdet, Shakespeare’den çevirdiği Hamlet’i imzalayarak Neyzen Tevfik’e hediye eder.
Neyzen, bir gün Kadıköy’den karşıya geçecektir ama çoğu zaman olduğu gibi gene meteliksizdir.
Hamlet’i Fenerbahçe’de 5 kuruşa satarak vapur parasını çıkarır.
Onun bu hali tanıyanlarını üzmüştür.
Birisi, “Ah Neyzen ah, gene meteliksizsin galiba” deyince, Neyzen şöyle der:
“Ne yapalım, Allah mekandan münezzehtir, ben de metelikten.”
İnsan, sabah akşam televizyonlarda, sırf ideolojik ihtiraslarla kargaları bile güldürecek yorumlar yapanları görünce, parasızlığı bile tercih edilebilir buluyor ve gayri ihtiyari şöyle dua ediyor:
Ey mekandan münezzeh Allah’ım, bizi akıl ve fikirden münezzeh bırakma!..
Hayırlı hafta sonları efendim!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi