Ayrışma toplumu geriyor
Sanki toplum "Bitaraf olan bertaraf olur" atasözüne uyarak keskin çizgilerle ikiye ayrışmış görünüyor... Bu ikiye ayrışmanın kendi içinde bir takım alt katmaları olsa da netice itibariyle bu alt katmanlar kendilerine göre karşı kabul ettiklerine karşı ortak bir cephe oluşturmakta zorlanmıyorlar. Bu ayrışma yeni ortaya çıkmış değil. Zamana ve şartlara göre hemen her önemde sanki bir ayrışma ve kutuplaşma mecburiyeti varmış gibi insanımız farklı noktalarda durmakta ısrarcı oldu. Toplum bu duruma zorlandı da diyebiliriz. Uzun yıllar siyasi partiler bazında bu kamplaşma sürdü. Ta ki 27 Mayıs 1960 darbesine kadar. Darbe ile CHP tek başına bırakıldığı ve darbenin ardından yaşananlar, toplumun önemli bir kesimini temsil etmekte olan Demokrat Parti mensuplarına karşı sergilenen haksızlıklar ve Demokrat Parti'nin üç yöneticisinin idam edilmesi toplumda var olan kutuplaşmayı daha da kemikleştirdi.
Siyasi hayattaki bir takım değişim ve dönüşümler sonucu özelliklede 1969 yılından itibaren siyasi hayatta yeni siyasi aktörler ortaya çıktı ve siyasi gidiş üzerinde belirleyici olmaya başladı. Bu arada 12 Mart 1971 muhtırası ile siyasete müdahale gündeme geldi. Tüm bu gelişmeler toplumu özellikle CHP'nin temsil ettiği sol zihniyete karşı kesin tavır almaya itti. Bu itiş neticesinde de yıllardan beri devam edip gelen sağ-sol ayrışması farklı bir boyut kazanmaya başladı. Çünkü temelde sağ ve sol olarak nitelendirilen partilerin uygulamalarında ciddi bir fark olmadığının toplum tarafından anlaşılmaya başlanması siyasi dengelerin yeniden oluşmasına yol açtı. Artık siyasette Milli Görüş partileri belirleyici oluyor, hükumetlerin kurulabilmesi bile bu partilerin yapıcı tutumuyla mümkün oluyordu. Bu gelişme bazı çevreleri ciddi olarak rahatsız etti.
Neticede toplumdaki farklılaşma sağ-sol şeklinde olmaktan çok, bu defa farklı bir boyut kazanmaya başladı. Aslında geçmişten beri var olan topluma sağ ve sol olarak takdim edilen farklı görüşler bu defa laik-anti laik gibi takdim edilmeye başlandı. Bunda komünizmin iflası ile Sovyetler Birliği'nin çökmesi de etkili oldu.
Halbuki laiklik karşıtı olarak takdim edilen kesimin laiklikle bir kavgası yok, laikliği din düşmanlığı şeklinde yorumlayan, takdim eden ve fırsat buldukça uygulamaya çalışan, laiklik adına İslam'ın ne şekilde anlaşılması gerektiğini belirleme hakkını kendilerinde gören anlayışla mücadelesi vardı. Batılı ülkelerde laiklik, din karşısında devletin tarafsız kalması şeklinde anlaşılır ve uygulanırken, ülkemizde devlet dini belirleyici olmalıdır diyenler vardı ve uygulama bu yöndeydi.
Bunlar durup dururken aklıma gelmedi. Dünkü gazeteleri okurken bir an üzüntüye kapıldım. Devlet kurumları arasındaki gövde gösterisini, bunun medyaya yansımasını üzüntü ile takip ettim. Bu arada buna bağlı olarak medyanın da parçalı görünümü dikkat çekiciydi. Özellikle Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nda birkaç günden beri bekleyen yargı mensupları ile ilgili kararnamenin gecikmesinin sebeplerini okuyunca, "Millet olarak biz bunlara layık mıyız? Bize neler oluyor?" soruları aklımdan geçti.
Çünkü iddialar doğru ise dehşet vericiydi. Yargı mensupları ile ilgili kararnamenin yayınlanamamasının sebebi olarak Ergenekon savcılarının görevden alınması istemine Bakan ve müsteşarın karşı çıkmasıydı. Hatta bununla da kalınmadığı heyetin bazı yargıç üyeleri ile Bakan arasında bir pazarlığın gündeme geldiği belirtiliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bu iddialara inanmak istemiyorum.
Bu arada medyanın bir yarısı bu iddiaları ısrarla gündeme taşırken bazıları görmezden geliyor. Doğru olan nedir anlamak mümkün değil... Devam eden bir soruşturma ve mahkeme safhasında işin başından beri soruşturmanın takipçisi olan savcıların değiştirilmesinin makul bir izahı olabilir mi?
Gerçi bunun izahını medyanın bir bölümü yapıyor. Bu haberleri birinci sayfadan manşetten veriyorlar. Birinci sayfalarının neredeyse tamamını bu haberlere ayırmış durumdalar. Buna karşılık bazı gazeteler haberi birinci sayfalarına ya hiç taşımamışlar ya da sayfanın altlarında küçük bir şekilde vermişler. Zaten insanı dehşete düşüren de bu aktarılanlar.
Belli ki artık toplumdaki kutuplaşma halkın tercihleri doğrultusunda oluşması kaçınılmaz görünen değişime karşı mevcut konumlarını koruma çabası ile birlikte ideolojik bir safhaya gelmiştir. Bunun sonucu olarak devlet kurumlarında mücadele açıktan yürütülüyor. Bu böyle gider mi? Gitmemesi lazım... Bunun nasıl olacağını ise şu ya da bu şekilde iktidarın bir köşesinden tutunmuş olanlar belirleyecek. Belirleyebilirlerse..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.