Kapitalist hayat tarzını meşrûlaştırmak mı?!.
Son zamanlarda, bazı varlıklı Müslümanların kapitalist yaşam biçimini meşrulaştırmaya yönelik çabaları üzerine, aşağıdaki bilgileri, okuyucularımla paylaşmak istedim. Rasûlüllah (s.) ve ashabının yaşadığı örnek hayattan sunacağımız bazı kesitler, kapitalist hayata uyuyor mu? Birlikte okuyalım:
Rasûlüllah’ın son derece sade bir hayat yaşadığını biliyoruz. O (s.) oldukça sade kıyafet giyer, gösterişten hoşlanmazdı. Tek başına veya bir mecliste iken, tereddüt etmeksizin yere, toprağa veya hasır üstüne otururdu. Kuru ekmek yer, günlerce sadece hurma ile idare ettiği olurdu.
Abdullah İbn Mesud’un (r.a) söylediğine göre; bir keresinde Rasûlüllah (s.), kamış hasır üzerinde uyumuş, kalktığında hasırın izleri vücuduna geçmişti. Bunu görünce:
-“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin için bir şeyler hazırlayıp yaymamı istemez misin?” diye sordu.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.) şu cevabı verdi:
-“Benim dünya ile işim ne? Ben bir ağacın gölgesinde bir an dinlenen, daha sonra kalkıp ayrılacak olan bir yolcu gibiyim.”
Hz. Ömer (r.a) bir gün Rasûlüllah’ı (s.) görmeye gittiğinde, onun evinin hali dikkatini çeker: Rasûlüllah’ın sadece vücudunun alt tarafını örtecek kadar elbisesi vardı. Evde yalnızca basit bir yatakla hurma liflerinden doldurulmuş bir yastık; odanın bir kenarında bir miktar arpa ve bir köşede ayaklarının yanında da bir hayvan derisi bulunmakta idi. Yatağının yanlarında su kırbaları asılı idi. Bu manzara karşısında Hz. Ömer’in (r.a) gözleri yaşarmıştı. Rasûlüllah (s.), Ömer’e (r.a) ağlamasının sebebini sordu. Bunun üzerine Ömer (r.a) şöyle dedi:
-“Ey Allah’ın Rasûlü! Niçin ağlamayayım! Yatağın lifleri vücudunda iz bırakmış. Bütün eşyanla birlikte ufacık bir ev bu, ne varsa ortada. Bizans’ın Kayser’i, Fars’ın Kisra’sı debdebe içinde yaşarken, sen, Allah’ın Rasûlü, Seçilmiş İnsan, böyle mi yaşayacaksın?”
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.) şöyle buyurdu:
-“Ey İbni Hattâb! Bilmez misin ki, onlar bu dünyayı, biz ise Ahiret’i seçmişiz.”
Hz. Aişe (r.anhâ) annemizin söylediğine göre; “ölümüne kadar Peygamber (s.) ailesi ardı ardına iki gün idare edecek kadar arpa ekmeğine sahip olmamıştır.”
Rasûlüllah (s.), ashabına sade bir hayat sürmelerini, israf ve gösterişten kaçınmalarını emrederdi.
Muaz bin Cebel’i (r.a) Yemen’e vali olarak gönderdiği zaman, ona şöyle demişti:
-“Sefahat içinde yaşamaktan sakın. Çünkü Allah’ın hizmetçileri sefahat içinde yaşamazlar.”
Bu konuyla ilgili, Rasûlüllah’tan (s.) birçok hadis de nakledilmiştir:
“Kıt, fakat yeterli olan maişet (hayatın ihtiyaçlarını karşılamada) bolluktan daha iyidir. (Çünkü bu bolluk insana kendisini unutturur) ve onu (orta yoldan) sapıklığa götürür.” (Ebû Naim)
“Eğer isteseydim Mekke’nin taşı-toprağı benim için altına çevrilecekti. Ama ben:
-‘Ey Rabbim! Ben bir gün tok, ertesi gün aç kalmak isterim ki, aç olduğumda seni hatırlayabileyim ve tok olduğumda da sana şükredebileyim, arzusundayım’ dedim.” (Ahmed b. Hanbel) (Bu bilgiler Afzalurrahman’ın Sîret Ansiklopedisi’nden; İnkılab Y. İst-1988, 1/61,62; 2/424.)
Şimdi de, şu ayetleri hatırla(t)manın tam zamanı:
“Yazıklar olsun bütün o çekiştirenlere, eğlenenlere! O kimse ki işi gücü mal toplamak, mal saymaktır; O, malının kendisini ebedî yaşatacağını sanır.” (Hümeze 104/1-3)
“...O cehennem alev alev yanan bir ateştir! Ne el bırakır ne ayak, ne et bırakır ne deri! Çağırır arkasını dönüp, yüz çevireni. Mal toplayıp kasada yığanı/depolayanı.” (Meâric 70/15-18)
Ashabın önde gelenlerinin hayat tarzına dair anlamlı misaller var karşımızda. Hz. Ömer’in (r.a) on iki yerinden yamalı elbise giydiğini; İran’a vali tayin ettiği Selmân’ın da (r.a), yıllar sonra aynı merkep, aynı elbise, aynı heybe ve eşya ile geri döndüğünü, bunu gören Hz. Ömer’in (r.a) ağladığını biliyoruz.
İmdi, insanı sadece bir üretim-tüketim makinesine dönüştüren kapitalist yaşam biçimini ve bu anlayışın gereği olan israf, gösteriş, eğlence ve sefâhât dolu bir hayat tarzını meşrulaştırma çabaları kelimenin tam anlamıyla bir sapmadır. ‘Parayı ben kazanıyorum, zekâtımı da veriyorum, kalanını tepe tepe harcarım’ mantığı İslâm’a sığmaz. Mal toplayıp yığan, fakir fukarayı, garip gurabâyı gözetmeyen ama saçıp savurmayı hak gören zihniyet elbette bunun bedelini hem dünyada hem de ahirette öder.
Güncel bir haberle bitireyim: Kazakistan’dan yola çıkan ve yaşları 81 ile 13 arasında değişen 35 kişilik bir hacı grubu yaya olarak Kâbe’ye ilerliyor. Şimdi Türkiye’deler. Uçakla, otobüsle, atla değil yaya!.. Kapitalist zihin bunu anlayabilir mi? Çağa meydan okuyan bu yiğitlere türâb olunur, türâb!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.