Bu soruları geri aldım…
Şöyle bir şey olabilirdi mesela…
Ekonomi yönetiminden sorumlu Bakanlar, BDDK Başkanı, Merkez Bankası Başkanı, Dış Ticaret Müsteşarı, Hazine Müsteşarı ve ekonomiyle ilgili diğer zevattan bir ekip kurulsa…
Üretimle uğraşan ortalama bir reel sektör firmasında sadece bir günlük mesai yapsalar ve kendilerine birkaç sual sorulsa…
Acaba nasıl olurdu?
İlk soru:
Vadeli çek sistemi çökmek üzere… Bankaların ödenmeyen çeklerdeki yükümlülüğü neredeyse hiç yok… Bu vadeli çekler, bir tür iç piyasa kredisi olduğuna göre, işlememesi ticareti kurutmaktadır…
Müşterilerden defalarca ciro edilmiş çekler gelir… İstihbaratı için bankalar aranır fakat doğru dürüst cevap veren olmaz… Kim dürüsttür kim sahtekârdır belli değildir…
Piyasada peşin mal satma imkânı da mahdut olduğuna göre vadeli çekleri hangi kriterle göre ayıklayıp mal verebilirsiniz?
Muhtemel cevap: “Ankara’da böyle bir sorun yoktur” şeklinde olacaktır…
O halde ikinci soru geliyor;
Bankaların muazzam kârlılığı ortadadır… En az iki yıllık geçici bir süre için, bankaların verdikleri çek karneleri üzerindeki yükümlülüklerini artırmayı acaba neden düşünmüyorsunuz?..
“Kredi vermem, üstelik bol keseden dağıttığım çek karnelerinin de hiçbir mesuliyetine karışmam” ne demektir?
Hemen ardından üçüncü soru:
“Düşük faiz, mevduattaki parayı çözecek, bu da ekonomiyi hareketlendirecek” temennisiyle özetlenecek uzun hedefli ve faize endeksli bir mali politika izliyorsunuz… Çok güzel… Fakat bankaya faizle para yatıranın geliri anında düşerken, borcu olanın faiz indirimleri aylar geçtikten sonra bile verilmiyor… Mevduat faizi inerken kredi faizleri yükseklerde seyrediyor… Aradaki fark acaba kimin cebine giriyor?
Dördüncü soru…
Elindeki kaynakları hazine kâğıdına yatıran bir bankadan, en az iki katı tutarında emlak ipoteği göstermeden sadece üretimin finansmanı için acaba nasıl kredi alınabilir?
Hadi bunları geçtik diyelim…
Merkez Bankası faizleri indirince hazine, bono ve tahvil satıp bir güzel borçlandı… Devlete borç veren bankalar da iyi kârlar ettiler… Düşük mevduat faizinden çıkan zenginlerin parası da borsaya aktı… Rekorlar kırıldı… Yani finans sektöründe işler krizin başından beri tıkırında…
Reel sektör ise tökezliyor… Gümrüklerin hali ortada… Çin malları memlekete her kapıdan giriyor… Bu üretim maliyetleriyle işin içinden çıkmak artık pek mümkün değil…
Sistem üretim sektörünün önüne iki yol koyuyor…
Ya üretimden çıkıp ithalatçı olacaksınız… İşçi, hammadde, sigorta, vergi ve imalatla uğraşmak yerine bir depo kiralayıp üç beş konteyner mal ithal ederek işinize bakacaksınız…
Ya da imalatçı olarak ihraç kaydıyla memlekete gümrüksüz mal sokup iç piyasaya süreceksiniz… Fabrikanızın kapasite raporunu kullanarak, dâhilde işleme belgesiyle bunu yapmak çok kolay… Yahut serbest ticaret anlaşmaları imzaladığımız ülkelerden menşei değiştirilmiş orijinal Çin mallarını da getirebilirsiniz… Bu işlerin yolu çok… Neticede parayı bastırıp ihracatı kâğıt üzerinde kapatmanız mümkün…
Acaba hangisi tavsiye olunur?
Üretim, gümrük ve ticaret sistemi o kadar karışmış ki kimse dokunmaya dahi cesaret edemiyor…
Malum hikâyedir;
Eşrafın toplantısına aniden gelen devlet büyüğü, selamlaşma esnasında yerdeki çay bardaklarını fark edemez, birer ikişer çarpıp devirmeye başlar…
Ayakları yanmaya başlayan sayın büyük tam feryadı basacakken, oradakilerden birisi nazik durumu kurtaracak cümleyi patlatır…
“Beyefendiye zahmet olmasın, herkes kendi çayını kendisi devirsin!”
Mademki çare bulunamıyor o halde çay bardaklarını devirmeye devam edebiliriz…
Soruları da geri aldım…
Yetmedi “üretim sektöründe böyle sorunlar yoktur ve tamamen hayal mahsulüdür“ diye de ayrıca not düştüm…
Şahitsiniz…
En azından bir protokol krizine lüzum yok…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.