Çiklet almak çözüm müdür?
Medyatik ekonomistler reklam filmlerinde oynayıp çiklet, simit, çiçek alın diyorlar…
Aslında onlar da biliyorlar, ekonomiyi canlandırmak için millete para harcatmaktan ziyade daha ciddi şeylerin yapılması lazım…
Yapısal sorunlar, ancak radikal tedbirlerle çözülebiliyor…
İşte birkaç misal;
“İşsizlik sorunu” başı çekiyor…
Sanayi sektöründeki istihdam, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 12 azaldı…
Çalışılan saat sayısı da yüzde 13,6 azalırken ücretler ortalama yüzde 7 civarında düştü…
İşsizliği azaltmak için kısa vadede sonuç verebilecek bir tek çözüm var…
Devletin istihdam üretmesi gerekiyor…
Yolları muhtelif…
Kamu sektöründe en az beş yüz bin kişi, asgari ücretle geçici olarak istihdam edilebilir…
Ya da ordu, diğer NATO üyesi devletlerde olduğu gibi tamamen profesyonelleştirilebilir…
Bu da yüz binlerce yeni iş demektir…
Neticede işsizlik oranı yüzde 35 azalacaktır…
“Vadeli Çek” keyfim olursa bir ara öderim…
Piyasaları kilitleyen karşılıksız çek oranı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 44 arttı…
1 milyon 366 bin çek karşılıksız çıktı…
Peki, bu çekleri milletin eline tutuşturan kim?
Bankalar…
Ya mesuliyetleri?
Komik bir meblağ haricinde hiçbir şey…
Peki ya çekin sahibi?
Onun da mesuliyeti neredeyse hiç yok…
Şirket kurup bir bankadan çek karnesi almak, kullandıktan sonra ortadan kaybolmak ve bu işi defalarca yapmak neredeyse çocuk oyuncağına döndü…
Üstelik yeni bir moda da çıktı… Çekleri el altından piyasaya dağıttıktan sonra “gece arabamdan çalındı” ihbarıyla tedbir aldırıp işin üzerine en az iki sene yatmak da pekâlâ mümkün…
Çözümü?
O da kolay aslında… Çekle ödeme kanununda yapılacak küçük bir değişiklikle bankaların mesuliyetini artırmak gerekiyor…
Karşılıksız çek oranı yüzde 90 düşecektir…
Şu ana dek neden yapılmadığını anlamak mümkün değil…
“Hükümet ve Merkez Bankası” sürtüşmesi…
Ekonomide direksiyon hükümetin, vites de merkez bankasının elinde…
Böyle olunca para ve kredi politikasının kötü neticeleri hükümetin, iyi tarafı da merkez bankasının hesabına yazılıyor…
Merkez bankası risk almıyor, her şey olup bittikten sonra ortaya çıkıp tavır koyuyor…
Mesela faizler bir yıl önce düşürülmeliydi…
Ekonomideki yüzde 14’lük tarihi daralmanın faturası hükümete yazıldı… Hâlbuki faiz, kur ve kredi cephesinde çok geciken merkez bankasının bu küçülmeye katkısı hiç de az değildi…
Sorun bellidir…
Merkez bankasının özerkliği iki başlı ekonomi yönetimi oluşturuyor…
Hükümetin açıkladığı orta vadeli program, merkez bankasının desteği olmadan yürütülemez…
Çünkü hükümet borçlanmaya mali kural getirerek bir anlamda kendi elini de bağlamış oldu…
Demektir ki para ve kredi politikasında oluşabilecek bir aksilik karşısında merkez bankasının müdahalesi haricinde elinde enstrüman kalmadı…
Merkez bankasının İstanbul’a taşınması ve özerkliğinin düzenlenerek ekonomi yönetiminin işlerini kolaylaştırıcı bir yapıya dönüştürülmesi mecburiyeti vardır…
Yani piyasalara patronun kim olduğu artık gösterilmelidir…
Ekonomide yıllardan beri ilerlemiş yapısal hastalıkların hapla, şurupla tedavisinin mümkün olmadığı kriz sürecinde daha iyi anlaşıldı…
Masaya yatırıp piyasalarıyla, kurumlarıyla, hukukuyla esaslı bir ameliyattan geçirmek gerekiyor…
Hükümet hâlihazırda siyaset cenahındaki açılımlarla bu işi gayet başarılı bir şekilde yapıyor…
Ekonomi yönetiminin de bu hıza ayak uydurup daha radikal hareket etmesi lazım…
Turgut Özal’ı hatırlayanlar ne demek istediğimizi anlayacaklardır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.