Erdoğan’dan önce
Kongre konuşmasında “Bitlisli” Said Nursî’yi de zikretmesi büyük yankı uyandıran Erdoğan için, “Menderes’ten sonra Bediüzzaman’dan övgüyle söz eden ikinci başbakan” değerlendirmeleri yapıldı. Acaba öyle mi?
Evvelâ Menderes’ten başlayalım.
İddia edildiği, hattâ koca koca profesörlerin fakültelerde okunan ders kitaplarında CHP hesabına DP’yi karalama düşüncesiyle yazdıkları gibi, Menderes’in Said Nursî’nin elini öpmesi gibi bir olay yok. Yüzyüze görüşmeleri de olmadı.
Kaynaklardaki kayıtlara göre, Menderes bir bölge gezisi sırasında Said Nursî’nin Emirdağ’daki evinin yanından geçerken, uzaktan selâmlaşmaları dışında bir temasları söz konusu değil.
Bunun dışında, Bediüzzaman’ın görevlendirmesiyle ve risalelerin basımında yardımcı olması ricasıyla, milletvekili Tahsin Tola ile birlikte yanına gelen Nur talebelerini Diyanet İşleri Başkanına yönlendirmesi ve DP iktidarını “irticayı himaye” ile suçlamak için Said Nursî’nin son aylarında çıktığı gezileri diline dolayan İsmet Paşaya Meclis kürsüsünden “Paşa bu zatla niye uğraşıyor?” diye cevap vermesi gibi hatıralar mevcut.
Menderes’ten sonra bir de Demirel var.
AP’ye genel başkan seçilmesinden kısa süre sonra, 1965 ara seçim kampanyasında İnönü’nün Demirel’e yüklenip AP’yi yıpratmak için seçtiği tema yine Said Nursî’ye bina edilmişti.
Üst üste yaptığı konuşmalarda Demirel’i “Said Nursî’nin halifesi mi olacak?” diye sıkıştırmaya çalışıyordu CHP lideri. Maksadı, onu elitlerin gözünden düşürüp o cenahta sıkıntıya sokmaktı.
Bu hücumları ustaca bir manevrayla savuşturan Demirel, 70’li yılların ikinci yarısında başbakan sıfatıyla, Risale-i Nur’a “yasak kitap” muamelesi yapan anlayışın üzerine gitti. Aydınlar Ocağında yaptığı bir konuşmada, Abdi İpekçi’ye verdiği röportajda ve başka beyanlarında, ısrarla “Karl Marx’ın Manifesto’sunun serbestçe satıldığı Türkiye’de Risale-i Nur yasak olamaz” dedi.
12 Eylül’ün ona da siyaset yasağı koyduğu 80’li yıllarda ise Said Nursî ile ilgili hatıralarını ve müsbet kanaatlerini, Necmeddin Şahiner’e verdiği ve Köprü’de çıkan mülâkatında dile getirdi.
Yine Köprü’de yayınladığımız başka röportajlarında fikirlerini anlatırken, Risale-i Nur’daki ilgili pasajlardan, tam yerine oturan sözler aktardı.
Ve 1990’da Yeni Asya’nın Kocatepe Camiinde tertiplediği ilk Bediüzzaman mevlidi için, DYP Genel Başkanı sıfatıyla tebrik telgrafı gönderdi.
Bunun üzerine maruz kaldığı eleştiri ve tepkileri, hattâ o telgraf yüzünden kendisine de soruşturma açılacağı yönündeki tehdit içerikli haberleri, Said Nursî’nin “Kur’ân müfessiri” olma özelliğine vurgu yaparak ve “Said Nursî âlim değildir diyenin alnını karışlarım” diyerek cevapladı.
Başbakanı olduğu hükümetin Kültür Bakanlığı, cumhuriyet tarihinde ilk kez devlet kütüphanelerini Risale-i Nur’a açıp “Said Nursî sizi bekliyor” mesajlı bilboard afişleri ve gazete ilânlarıyla duyurarak, yasak imajını delen tarihî bir karara imza attı. Üstelik Bakan SHP’li Fikri Sağlar'dı.
Aynı dönemde Demirel, Hasan Mezarcı ve İbrahim Halil Şimşek gibi isimlerin gündeme getirdiği “Bediüzzaman’a iade-i itibar” teklifiyle ilgili fikrini de “Hoca zaten itibarlı” diye ifade etmişti.
Demirel’in cumhurbaşkanı olduktan ve görevini tamamladıktan sonra da Said Nursî ile ilgili müsbet kanaatlerini yeri geldikçe alenen, çoğu zaman da özel olarak dile getirdiğini biliyoruz.
Bunun bazı örnekleri, Çankaya’da uzun yıllar danışmanı olarak en yakınında bulunmuş isimlerden Cüneyt Arcayürek’in kitaplarında var.
Son dönemdeki, Erdoğan’ı Menderes’e bağlarken Demirel’i atlama alışkanlığı bu konuda da tekrarlanıyor. Buna gerek yok. Evet, Demirel’in eleştirilecek tarafları olabilir, ama bunu yaparken de hakşinaslığı elden bırakmamak lâzım.
Kapatma dâvâsındaki savunmalarda Demirel’den de medet umulurken, tehlike geçince başka türlü davranmak, etik bir tavır sayılabilir mi?