Belgenin aslı mı yoksa kimin gönderdiği mi önemli?
Davcılığa postayla gönderilen belgenin artık imzasının ıslak ya da kuru olup olmadığı tartışılmıyor, kimse bunun üzerinde durmuyor. Belli ki artık imzanın ıslaklığı konusunda fazla bir şüphe yok. Ya da bir yerlerden belgenin gerçek, imzanın da ilgiliye ait olduğu hususunda medya ve siyasiler ikna edildi. Bu yüzden de artık imza bir kenara bırakıldı. Daha doğrusu belgenin gerçek ya da sahteliği kimseyi ilgilendirmiyor. Özellikle muhalefetin CHP kanadı ile muhalefetle birlikte hareket eden medya işin bir başka boyutu üzerinde duruyor. O boyut ise "Belgeyi savcılığa kim göndermiş işe ortaya çıksın. Ben gönderdim" desin şeklinde özetlenebilir. Bir başka ifade ile belgeyi gönderen kişi ortaya çıkmaya zorlanarak bir bakıma psikolojik baskı altına alınmaya çalışılıyor. Halbuki şu aşamada önemli olan husus belgenin ve imzanın doğru olup olmadığıdır, kimin gönderdiği sonraki konudur. En azından ben böyle düşünüyor, böyle inanıyorum.
Bu arada savcılığa gönderilen belge konusunda özellikle Baykal olayın siyasi ithamnameye döndüğünü belirterek, "Neden 4.5 ay bekledi?" diye soruyor. Ve ekliyor, "Temelsiz, siyasi amaçlı"..
Baykal niçin böyle düşünüyor sorusunun cevabı sanıyorum savcılığa gönderilen belge ve bilgi notlarıyla ilgili.. Çünkü, bu belge ve notlar arasında bazı CHP'lilerin cuntacılarla işbirliği yaptığı ileri sürülüyor. Elbette bir bilgi notundaki bu tür cümlelerle CHP'yi cuntacı ilan etmek hem doğru olmaz hem de mümkün değildir. Ancak, zaman zaman yapılan açıklamalar düşünüldüğünde ister istemez insanın içine kuşku düşmüyor değil. Bunlar işin bir başka boyut ve şu andaki esas konumuz bu değil. Ancak, ortaya çıkan bir belgenin ardından başlayan tartışmaları gündem değiştirme diye nitelendirmek ve öylece var olan bir belgenin çöpe atılmasını istemek anlamına gelebilecek beyanatlar Cumhuriyetin 86. yıldönümünde demokrasi açısından hangi noktada bulunduğumuzu göstermesi bakımından önemlidir.
Elbette ortaya çıkan belgeler gündemi değiştirecek önemdedir. Böyledir diye belgenin özü üzerinde durmayıp niçin gündem değişiyor demenin anlamı olabilir mi? Belge doğru ise ilgililerden bunun hesabının sorulmasını beklemek ve istemek doğru olan hareket tarzı değil midir?
Her fırsatta bir de yargı yıpratılmasın, TSK yıpratılmasın gibi bazı kurum ve kişileri korumayı her şeyin önünde tutan, hatta bunun için demokrasinin yaralanmasına bile göz yuman anlayışın sahiplerini insan anlamakta güçlük çekiyor.
Elbette yargıda, TSK'da hatta devletin diğer kurumları, yasama ve yürütme de yıpratılmasın. Buna kimsenin hakkı yoktur. Ama, ortaya çıkmış yanlışlar varsa bazı eleştirilerin önünü "Aman yıpratmayalım" şeklindeki bir savunmanın arkasına saklanarak kesmeye çalışmak söz konusu kurumların daha çok yıpranmasına vesile olmuyor mu?
"Siyasetin alternatifi yine siyaset olmalı; kendinde güç ve akıl vehmedenlerin demokrasi dışı arayışları, kirli oyunları ve dayatmaları acilen soruşturulmalı ve sonuçlandırılmalı" demek TSK ya da bir başka kurumu yıpratmak olarak nitelendirilebilir mi? Eğer nitelendirilirse o zaman hiç kimseden hesap sorulmayacak, sorulamayacak demektir. Bir yandan hesap soralım derken öbür yandan yıpratmayalım deniyorsa bu denge nasıl sağlanacak? Bu denegeyi sağlayacak kurum yargı değil mi? Ne var ki son günlerde bu konuda da çifte standart sergileniyor. Bir yandan cuntacılardan hesap sorulsun deniyor öbür yandan sivil yargıya karşı şüphe belirtiliyor. Bu arada bir de sivil yargı askeri yargı tartışmaları gündeme getirildi ve bu iki kurumu karşı karşıya getirme gayretleri görülüyor. Aslında yargıyı yıpratacak olan bu anlayış değil midir? Doğru olan askeri ve sivili ile yargıyı kendi haline bırakmak, mevcut yasalar içinde meselenin sonuçlanmasını beklemek değim mi?
Ne var ki ülkemizde genellikle üzüm yemeye değil, bağcıyı dövmeye meyyal bir ruh hali hakim. Bu da her meselenin çıkmaza girmesine vesile oluyor. Bundan da "Güç bende" mantığı ile hareket edenler yararlanıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.