DP-ANAP... İki milli hamle ve acı son
Demokrat Parti, ekmeğin karneye bağlandığı, şekerin yalnız memura verildiği, köylünün yağmur çamur bir ay kazma-kürek imece usulü yollarda çalıştırıldığı, kendi harmanından buğday çalmak zorunda kaldığı, tek parti CHP günleri içinden çıkıp gelen, beklenen bir sesti. Ayaz kesen siyasi iklim nedeniyle kısık bir sesti. Bu mazlum tavrın en gür hissedilen sesi, elle “dur” işareti veren ve altında mümkün olduğunca ince harflerle, “yeter söz milletindir!” yazan afişleriydi.
Bu ses, milletin emek, dilek ve fedakarlıklarıyla ümit kaynağı olmuş bir sesti.
Bu sesin sembolüydü Menderes. Tanıdık, bildiklerle evlerde, kahvelerde bu ses, kalplerin coşkusu olur; dışarıda fincancı katırlarını ürkütmemek için suskunlaşırdı.
1950 dahil, seçimlerde teşkilata özel haber gelirdi: “İnönü’nün mitinglerine katılın, ümitsizliğe düşüp hepten yanlış yapmasınlar.” CHP’nin İstanbul mitinginde, Türkiye Lions’larının kurucusu, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay’ın, “İşte paşam İstanbul!..” dediği, seçimde alınan oyla tezat teşkil eden o büyük kalabalık, gerçekte demokratların bu tedbirini anlatıyordu.
Demokrat Parti, milli bir ümit oluvermişti. Bu milletin basiret, gayret ve fedakarlığının timsaliydi. Bu bir halk devrimi ve bahar müjdesiydi. Bu, solmayan, pörsümeyen, hayattan da üstün değerlere sahip olan bir milletin vatan ve gayr için döktüğü gözyaşı, alın teri ve fedakar gayretlerle beslediği yeni bir medeniyet ümidiydi.
Anadolu yeniden şahlanmak, ileri gitmek irade ve azmiyle ayağa kalkıyordu. Diğer taraftan Aslanköy, Senirkent zulümleri, susuzluktan kurutulan bağlar, bahçeler sembolleştiriyordu tek parti iktidarının son kara kışını. Baskı ve tehditler, sadece Anadolu insanının gönlünde, imanla yanan ümit ışığını parlatmaktan, heyecanını artırmaktan başka işe yaramıyordu.
Milletinin gönlünden ve hayatından uzaklaşan, iktidardan ümidini kesen CHP’yi, millete karşı darbelerle iktidar yapma gayreti, propaganda ve andıçlarda şekillenmeye başlaması fazla gecikmedi. CHP, darbe destekçiliğinde önemli bir ihtisas ve maharet kazandı. 1960 darbesinden son Post Modern Darbeye, andıçlara, TBMM’nin ancak 367 vekille toplanabileceği gibi akıl ve mantık dışı, uygulama imkan ve ihtimali bulunmayan dayatmalara, gece yarısı internet duyurularına kadar yapılmayan kalmadı. Milletin, vatanda huzuru, dünyada itibar ve güveni, bilerek-bilmeyerek tahrip edildi.
“Ne mümkün zulm ile bidad ile imhayı hürriyet,
Çalış idraki kaldır, muktedirsen ademiyetten”
Anavatan Partisi (ANAP) da, aynı seriden provokasyonlarla inşa edilerek, milli iradeye silah çekilerek özgürlüklerin askıya alındığı, özgürlük ve adalet yoluna mayın döşendiği, ülkenin her bakımdan geri götürüldüğü 12 Eylül 1980 darbesinin karanlık günlerinde, millet umudu olarak doğan yeni bir DP idi. TBMM’nin ateşli hatibi, Erzurum Dadaşı Hüseyin Avni Ulaş’ın, “Ey fikr-i millet; ey rey-i millet; ey ümid-i millet...” diye vasıflandırdığı millet iradesi, TBMM’nin silahla susturulduğu kara günlerde doğan bir umut ışığıydı ANAP.
Turgut Özal, millet gönlünde yeni bir ümit, yeni bir Menderes’ti. Sanki bütün millet O’nu, son yolculuğunda Menderes’in yanına götürürken lisanı hal ile, “Ben, milletine zulmeden zalime hakkımı helal etmem ama, milletine hizmet için çırpınanları da böyle sever, kalbimim tahtında taşırım” diyen maşeri bir insan seliyle uğurluyordu.
Özal siyasetinin mazlumiyeti, Kenan Evren saltanatı bitinceye kadar, Menderes şartlarından pek farklı olmadı. Ama millet daha farklı ve imkanlıydı. Her iki hareket de maddi sahada hizmet üretti. Manada, çekingenlik geç bıraktı.
Rejim ve hizmetlerin sağlık ve devamlılığı, temel meselemizdir. Gelecek yazıda, bu tarihi ibrete bakıp, “çözüm nerede”yi arayalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.