Erdoğan’ın Müslümanlığı ve Bahçeli’nin tespitlerindeki haklı
İnsan nerede ne zaman başına ne geleceğini bilmeden yaşıyor. Kadere iman eden bir Müslüman olarak, Allah’tan gelen her şeyi “hayır bildiğimde şer, şer bildiğimde hayır vardır” düsturuyla karşılamak ve şükretmek olgunlaştırıyor beni. Aradan geçen zaman, talihsiz ve bir o kadar acı veren olaylar zinciri ile halkalandı. Ve en sonunda “her şeyde bir hayır vardır” diyerek ve binlerce kez şükrederek yola devam etmenin en sağlıklı karar olacağı düşüncesiyle yeniden işe koyulduk...
Aradan geçen zamanda, Türkiye gündemi sıcaklığını hiç düşürmedi.
Siyasi, ekonomik ve sosyal çalkantıların sürekli hareket halinde tuttuğu ülkemde herkesin kendince bir hesabı olduğunu, bireysel menfaatlerin bazen milli menfaatlerin önüne geçtiğini, koltuk sevdalılarının bu uğurda mekan basıp adam tartaklamaktan ve tehditlerle adam sindirmekten hiç çekinmediğini, halk adına yola çıkıp halka karşı planlanan komploları görmezden gelen ve bu karanlık oyunları deşifre eden sağ duyulu insanları hedef tahtasına oturttuğunu, milliyetçilik diyenlerin milleti oluşturan unsurların tümüyle barışık yaşamadığını, sosyal demokrasi diyenlerin temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda suspus olduklarını görmemek için kör olmak gerekiyor.
Uluslar arası arenada güçlü görünmenin yolunun ulusal sınırlar içerisinde güçlü olmaktan geçtiğini bilerek hareket edenlerin aksine, bu tecrübeyi onlarca yıldır yaşamış olmalarına rağmen, ısrarla iktidar hırsı uğruna var olan iktidarı yalnızlaştırma politikası izleyen anlayışı muhakkak millet sorgulayacaktır. Buna karşın, sadece iktidar olduğu için bunu hoyratça kullanma hatasına düşen anlayışı da elbette ki millet sorgulayacaktır. “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir” felsefesini bildiği halde, yapılan icraatlarda bunun hesabını yapamayanlar, doğacak sonuçlara elbette katlanmak zorunda kalacaklardır.
Ya birileri nabız yoklama derdindedir ya da gerçekten hatalı planlar yapılmaktadır. Demokratik açılım sürecinde yaşananlara bakılınca böyle bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini göz ardı edemiyoruz. Gücü elinde bulunduran iktidarın, provakatif eylemlerin önüne geçememesi, PKK’lıların teslimi sırasında yaşananlar ve buna seyirci kalınması, haklı eleştirileri beraberinde getirirken, eleştirilerin dozunu kaçırarak bunu vatan hainliğine, bölücülüğe vardıran zihniyetlerin tutumu da mide bulandırmaya yetmiştir.
Nihayetinde herkes yanlışı bir yerinden görmüş ve “Zararın neresinden dönersen kârdır” felsefesiyle bundan sonra atılacak adımlar için daha sağlıklı hazırlıklara koyulmuştur.
Meselenin bir kefesi için böyle söylenebilir ama öteki kefe konusunda henüz net bir analiz yapmanın imkanı bulunmuyor. Bu karmaşayı ve kafa karışıklığını, korkuları 22 Temmuz 2007 seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de yaşadı ülkem. İnsanlar birilerinin ürettiği korkular nedeniyle meydanlara döküldü. Mitingler tertiplendi, meclise yürünmek istendi, bazıları her gün Anıtkabir önünde şikayet nöbeti tuttu. Ülkem boşuna zaman kaybetti… peki ne oldu? Kocaman bir hiç. Kimsenin korktuğu olmadı, seçimler olgunlukla yapıldı. Türkiye hiçbir dönemde sahip olmadığı kadar halk adamı bir cumhurbaşkanına kavuştu, uyumlu ve çoğunluğu temsil eden bir meclis aritmetiği oturdu.
Bugün yine aynı korkular var ve bir camia içerisinde bu korkunun artık somut hale geldiğine son birkaç günde şahit olduk. Milliyetçi kanadın en büyük partisi olan Milliyetçi Hareket Partisi, kurultay sürecindeyken özellikle Devlet Bahçeli’nin sert söylemleri gündeme hep damga vurdu. Bahçeli, dün gerçekleştirilen kurultaya öteki (!) adaylara rağmen tek adam olarak yeniden seçildi. Bahçeli’nin bu seçim zaferinin ardından nasıl bir yol izleyeceği, aynı sertliği sürdürüp sürdürmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz ancak, dünkü kurultayda öne çıkan bazı tespitleri üzerinde iktidar partisinin ciddi olarak durması gerektiğine inanıyorum. Bunu Devlet Bahçeli ya da bir başka siyasi parti liderinin söylemesinin hiçbir önemi yok. Ancak içerik analizi yapıldığında Türkiye’nin attığı ve bundan sonra atacağı her adıma dikkat etmesi gerektiği gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz.
Bugün yaşananların kaynağını tarihin derinliklerinde aramak gerektiğini vurgulayan Bahçeli, Erdoğan’ın Müslümanlığı üzerinden, tehlikeli bir yorum yaptı ve Türk milletine karşı kini bulunan, tarihsel yenilgileri unutamayan, kuyruk acısı bulunan uluslar arası güçlerin özellikle AK Parti hükümetleri döneminde palazlandığını, Erdoğan’ın arkasında bir bir sıralandıklarını dile getirdi. Bahçeli’ye göre, Kuzey Irak, Kafkasya, Orta Asya, Kıbrıs, Avrupa Birliği, Fener Rum Patrikhanesinin Ekümeniklik meselesi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Alevi açılımı, bir diğer ismi ile Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı gibi tüm meseleler tehlikeli bir sürecin parçaları.
Şu ifadelere bir bakalım:
"Bugün ne yaşıyorsak, biliniz ki bunun başlangıcı Anadolu'nun fethine kadar giden tarihlere uzanmaktadır. Kökü geçmişte derinlerdedir. Türklüğe karşı bin yıldır süren nefret AKP'yi görünce yeniden uyanmıştır. Kapanmamış defterlerin, unutulmamış yenilgilerin hesabıdır bu. Bunun taşeronu AKP zihniyetidir. Ne yazık ki bizden görünüp bizden olmayan birilerini bulmuşlardır."
Evet, bunları tehlike görüp, bütün kapıları kapatalım diyemez kimse. Ancak, bir şeyin varlığı onu inkara en büyük engeldir. Güçlü bir ülkenin korkuları olmaz diye bir yargı olamaz. Elbette ki güçlü bir ülke adımlarını atarken cesurdur ama ne olursa olsun bütüne hitap eden söylemler ve planlarla yol almalı. Birileri, “asıl taşeron bizden” diyebiliyorsa, birileri kendisini Müslümanlığınızı sorgulama noktasında görüyorsa, bunun adına talihsizlik diyerek susmak da bir o kadar talihsizlik olur.
Siyaset bazen aşırı uçları da içinde barındırabilir. Ama aşırı uçlar geniş kitleleri kontrol altında tutabilen ve aynı kitleleri eyleme geçirebilecek konumda iseler, bunu törpülemenin yolu güven veren adımlar atmaktır. Yani oluşturulan korku denizini sakinleştirmektir. Nasıl yapılır, bunun yolunu da meclis koltuklarını millet adına işgal edenler düşünsün.