Kendi söz ve yorumları ile Kanal D
Dünkü yazımızda bir haber programcısından bahsetmiştik. Bugün hiç değiştirmeden onun kendi yorumlarından ne anladığımızı yazmaya çalışacağız. Siyah harflerle yazılan tümceler onun söz ve yorumlarıdır. Alttaki normal yazılarla yazılanlar da bizim o söz ve yazılardan ne anladığımızdır. İşte başlıyoruz:
-İktidarın Anayasa değişikliği, üniversiteleri de kafaları da karıştırdı.
-Halbuki YöK Başkanı, üniversite rektörlerine henüz talimat göndermemişti.
(Güneş Operasyonundan haber veriyordu. Tabiî ki Askeri araçları gösteriyordu. Ve şöyle diyordu:)
-önde giden araç, gözcülük yapıyor.
(Kalın kırmızı bir okla, işaret ediyor, aracın ön tarafındaki gözleme merceğini gösteriyordu) - Bu düpedüz Askerî sırrın ifşası değil miydi? Bunun bir cezası yok mu?
-Askerler Zap Kampına doğru ilerliyorlar. Harekâtın 5. gününde ancak 2 kilometre yaklaşabildiler.
-Bu sözler, karda kışta, ölümü göze alarak vatan hizmetine koşan kahraman askerlerimizi başarısız göstermekten başka nedir?
(Şehit Binbaşı, Yüzbaşı ve üsteğmenin Kocatepe Camiinde yapılan Dinî Töreni gösteriyordu)
-Genelkurmay Başkanı alkışlandı. Başbakan tepki ile karşılandı. Diyordu.
–Halbuki bu dedikleri ekranda görünmedi.
(Genelkurmay'a atfen şu sözleri söylüyordu)
-İkinci Düşman Kış. Askerlerimiz 5. günde Zap’a ancak 1 kilometre yaklaşabildiler.
–Yani kahraman askerlerimiz boşu boşuna mı şehit oluyorlar?
-(YöK Başkanı Prof. Dr. Sayın Yusuf Ziya özcan’ı kendince hedefe oturttu.)
-Rektörlere gönderdiği talimatla, kaos yaratan bir bombanın pimini çekti. (Bütün meselesi, iktidarı yıpratmaktı. Ve şöyle diyordu:)
-Türban sorununu tartışmaya açmanın zamanı mıydı?
-üniversitelerde türban zâten yoktu. Başörtüsü de hiçbir zaman mesele olmadı.
Daha böyle bir sürü olayları çarpıtma var. Neyse şimdilik bu konuyu kapatıyorum. Bana belki de denilecek ki, Türkiye’de basın özgürlüğü var. Evet doğru. Ben de basın mensuplarındanım. Basın özgürlüğü demek AK’ı Kara göstermek değildir. Halk Hâkimiyetini ve Millî İradeyi küçümsemek de değildir. Haksız eleştirilerle ortalığı karıştırmak hiç değildir. Büyüklerimiz ‘tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır’ demişler. Bir kıssa ile bu konuyu noktalıyorum: Vaktiyle bir padişah varmış. Ne kadar yaşayacağını, evladının mürüvvetini görebilip göremeyeceğini çok merak edermiş. Malum, gaybı Allah (cc)dan başka kimse bilemez. Adam hükümdar ya… Dalkavuklarını çağırır. Onların bu müşkülüne çare bulacak birini bulmayı emreder. Onlar bir remilciyi, (Yani falcıyı) getirirler. Onun kayıpları bildiğini söylerler. Padişah müşkülünü anlatır. Adam, Sultanım siz çoook uzun seneler yaşayacaksınız. çocuklarınızın, torunlarınızın hatta torunlarınızın da torunlarının öldüğünü göreceksiniz” der. Hükümdar kızar. Alın bu herifin kellesini! diye bağırır. Herifi öldürürler. İkinci bir remilciyi, (falcıyı) daha getirirler. O da hükümdarın çok uzun yaşayacağını söyler amma… Gerisini başka türlü anlatır: “çocuklarınızın, torunlarınızın, hatta torunlarınızın torunlarının mürüvvetini göreceksiniz. çok mesut olacaksınız” der. Hükümdar onu, ihsanlara hediyelere boğar. Halbuki ikisi de aynı şeyi söylüyorlar ama… İkincisi İlm-i Siyaseti, yani diplomatik dili iyi biliyor.
Medya imparatoru da, Kanal D gibi iki tarafı keskin bir kılıçla, Millî ve Manevî Değerlerimizi, ve o değerlerin temsilcilerini tahkir ve tezyife ustaca devam ediyor.
İktidar ise, kendi celladını sırtında taşıyan bir mahkûm gibi medya patronuna kıyak yapıyor. Edin bakalım, bu hal ile nereye kadar gidebileceksiniz? Yarın bu konuya son noktayı koyacağız. İnşallah… çok yakında patron ne kadar kan ve güç kaybettiğini, acı acı anlayacaktır. Karşısında çölaşan gibi samimi Atatürkçü bir Anadolu çocuğu yok ki, kolayca feda edebilsin. Biz doğru söylemeye alışığız. Saygılarımızla...